Sabahın o sessiz ve soğuk ayazında telaşlı adımlarımla yürüyorum. Ellerimi ısıtmayı düşünüyorum bir ara zira eldivenlerle aramız pek iyi değil.. sonra vazgeçip o küçük sıcaklıktan, soğuğu yaşamı daha çok hissedebilmek adına ellerimi boşlukta dans ettiriyorum. Biraz mavilik alıyor gökyüzünden parmaklarım ve gün ışığının o küçük
Fyodor Dostoyevski külliyatı okuma maratonumun 8. kitabına inceleme yazmadan önce yazarın kendisine olan saygımın her eserinde giderek arttığını belirtmek istiyorum. Dostoyevski'nin sürgün cezasından sonraki yazdığı eserlerde edebi kişiliğinin ve dilinin daha da gelişip güçlendiğini fark etmemek elde değil.
Dostoyevski'nin
1000Kitap Eskişehir olarak 10. Buluşmamızı 16 Haziran'da gerçekleştirdik.
Eskişehir'in bunaltıcı sıcağında başlayan toplantıya dışardan gelen sağanak yağmur sesleri eşliğinde devam ettik. Eskişehir havası işte, bir hayli sürprizli.
Artık müdavimi olduğumuz Eskişehir Kitapçısı &Monk'ta buluştuk yine. Kitabımız Jack London'dan Demir
Köyün birinde kuraklık olmuş... Ne tarlaları
canlandıracak, nede hayvanların içebileceği bir damla su varmış... Tam bir kuralık havası hâkimmiş. Çaresiz köylüler, çareyi Hak kapısında aramışlar...
Çoluk çocuk herkes toplanmış, yanlanna hayvanlarını da alarak, yağmur duası için kırlara çıkmışlar...
Köyün imamı eşliğinde tövbe ve istiğfar edip
Allah'tan merhamet dilemişler. Henüz onlar ellerini indirmeden, Allah'ın inayetiyle gök gürlemeye başlamış.
Köy halkı da sağanak yağmur alanda sırılsıklam olmuş. Sadece şirin bir kız çocuğu ıslanmamış!
Çünkü dua edince yağmurun yağacağına bir tek o, gönülden inanmış ve yanına minicik şemsiyesini
almış.