Bir hastam karısının kendisiyle baş başa bir hafta sonu geçirmek istediğini anlattı: "Ben istemedim. Sonra da üzüntü, suçluluk ve korku duydum." Ona içinde nasıl bir şeyin ön plana çıktığını sordum. "Negatif bir görüntü. Annemin görüntüsü. O kadar talepkâr görünüyor ki. Annette (eşi) talepkâr değildir. Ona mesafeli kalmamdan acı duyduğunu söylüyor. Ama o bana fazla yaklaştığında bu sefer ben acı duyuyorum. Bu onu yaralıyor. Abartılı davranıyor. Bu yüzden ayrılmamızın anlamlı olacağını düşünüyorum." Ondan annesinin görüntüsü hakkında daha çok şey anlat- masını rica ettim. "Tuhaf/' dedi, "Bu Annette'yi etkiliyor aslında. Annemin nasıl olmam gerektiğine dair bazı tasavvurları vardı: Nazik, uslu, sempatik, onu koruyan bir oğul. Her zaman benim iyiliğimi istediğini söylerdi." "Peki, Annette ne istiyor?" diye sordum. "Onu sevmemi," diye yanıtladı, "ona ilgi göstermemi, onu anlamamı ve ona sahip çıkmamı." Annesiyle karısı arasında nasıl bir fark gördü-ğünü sordum. "Farklı değer yargılarına sahipler, ama her ikisi de bana karşı beklentili bir tutum içindeler." "Bana öyle geliyor ki, siz Annette'yi annenizin sizi cezalandırdığı biçimde cezalandırıyorsunuz: Sizden ilgi beklediği için kendinizden uzaklaştırarak."
"Sevgili kızlarım, sizin için isteklerim var elbette; ama dünyaya öylece atılmanızı, sırf paraları var ya da muhteşem evlere sahipler diye zengin adamlarla evlenmenizi istemiyorum, o evler içinde sevgi yokken yuva olamazlar."
Sayfa 134Kitabı okudu
Reklam
Kızlarımın güzel, başarılı ve iyi olmalarını isterim; onların beğenilmesini, sevilmelerini, saygı görmelerini de… Mutlu bir gençlik geçirmelerini, iyi ve düzgün bir evlilik yapabilmelerini, Tanrı’nın onlara göndermeyi uygun bulduğu zorlukları ve üzüntüleri mümkün olduğunca çabuk atlatacakları yararlı, mutlu bir hayat sürebilmelerini isterim. Sevilmek ve iyi bir erkek tarafından eş olarak kabul edilmek bir kadının başına gelebilecek en güzel şeydir; kızlarımında bu güzel deneyimi yaşamalarını cağnı gönülden umuyorum. Bunu düşünmen çok doğal, bunu ummak ve beklemek hakkın, buna hazırlanmak da çok akıllıca bir hareket Meg; böylece mutlu günler gelip çattığında, görevlerini yerine getirebilir, bunun tadını çıkartabilirsin. Sevgili kızlarım; sizin için isteklerim var elbette; ama dünyaya öylece atılmanızı, sırf paraları var ya da muhteşem evlere sahipler diye zengin adamlarla evlenmenizi istemiyorum, o evler içinde sevgi yokken yuva olamazlar. Para kıymetli ve gerekli bir şeydir, hatta iyi amaçlarla kullanıldığında, asil bir şeydir de; fakat onu uğruna mücadele edilecek tek ödül olarak görmenizi istemem. Mutlu, sevgi dolu ve halinizden memnun olacaksanız, sizi yoksul adamların eşleri olarak görmeyi tercih ederim, kendine saygısı ya da huzuru olmadan tahtta oturan kraliçeler olarak değil. “ Yoksul kızlar kendilerini öne çıkarmadıkça hiç şansları olmaz, diyor Belle, “ diyerek iç çekti Meg.
Sayfa 134 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 6.basımKitabı okudu
Kendileri dahi olmasa da, bazı insanlar dehayı harekete geçiren olağanüstü yeteneklere sahipler.
Sayfa 7
"Hey gidi günler be! Ne güzeldi her şey. Yokluk içinde mutluluğun tadını yakalamayı becermiştik. Gel gör ki insanlar şimdi çok daha fazla şeylere sahipler ama bir parça mutluluğu ara ki bulasın!"
Sayfa 313 - Sezai Karakoç'un arkadaşı Yusuf Kirmikli'den..Kitabı okudu
1930'ların sonlarında, doğru bir şekilde Yönetsel Devrim olarak adlandırdığı kitabında, James Burnham şöyle bir düşünce ortaya attı: başlangıçta makinelerin sahipleri tarafından işe alınan ve makine başı çalışanlarına talim yaptırmak, onları terbiye etmek, denetlemek ve emek gücünden azami çabayı almakla görevlendirilen yöneticiler, işverenlerinin elinden gerçek gücü almışlardı. Bu sırada sahipler zamanla hissedarlara dönüşmüşlerdi. Yöneticilerin işe alınmalarının ve maaş almalarının sebebi hizmetleriydi, çünkü savsak ve temelde yarı gönüllü ve dargın emekçilerin her gün denetlenmesi garip ve külfetli bir işti, fabrikaların ve makinelerin sahiplerinin yapmaktan hoşlanmadıkları ve kendilerini bundan kurtarmak için gönüllü olarak cömertçe para ödeyecekleri bir angaryaydı. İş sahiplerinin, paralarını kendilerini böyle getirisi olmayan ve istenmeyen bir işten kurtaracak hizmetlere harcamalarına şaşmamak gerek. Fakat kısa süre sonra ortaya çıktığı gibi, tam da bu yönetme işlevi yani diğer insanları gün be gün yapmak istemedikleri bir şeyi yaptırmaya kandırmak veya zorlamak ve sonunda gereksinimleri kişilik erdemlerine dönüştürmek gerçek güçtü. İşe alınan yöneticiler, hakiki patronlara dönüştüler. Güç artık üretim araçlarına sahip olanlardansa, üretim ilişkileri yani diğer insanların davranışlarını yönetenlerin elindeydi. Yöneticiler gerçek güç sahiplerine dönüştüler; bu Karl Marx'ın kapital ve emek arasında gerçekleşmesi an meselesi olan çatışma tasavvurunda öngöremediği bir şeydi, kaderin bir cilvesiydi.
Sayfa 208 - Say Yayınları
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.