Kitaba başladığım ve ilerlediğim zaman ilk kez Bekiroğlu'na karşı önyargım oluştu, böyle de sürecek sandım, beni böyle düşündüren Truva (Troya) tarihçesi oldu, bu yere ait oldukça detay, yer yer bilgilendirici olduğunu düşünsem de, bi yerden sonra tamam hadi başka bir yola koyulalım dedim :)
Fakat dediğim gibi bu önyargı başlarda olmuştu,
Bunları da ben yazmışım. İşte henüz hiçbir yere yerleştiremediğim şu bir sürü deftere yazıp da oradan temize çekmişim. Şu elimle, şu parmaklarımla, şu kalemimle dizmişim hurufatı. Her harfi aşinaymış bana. Hepsini üst üste koyuyorum. Şurada Nun Masalları'nın prova baskısı. Formaları birbirine henüz tutturulmamış bile. Kapağındaki iç içe açılan kapılardan geçerek, nerelere gidip de geri dönmüşüm? Şurada Şair Nigar Hanım. Beni bir Ramazan Bayramı'nın son günü dünyaya getirip kendisi de bir başka Ramazan Bayramı son gün bu dünyadan göçen annemin, hasta yatağında, okumaya başlayıp da ancak elli dördüncü sahifeye kadar gelebildiği kitap. Elli dördüncü sahife biliyorum, çünkü elceğiziyle koyduğu işaret kâğıdı hâlâ yerinde duruyor.
Ah annem! Mavi Lale'nin yitiğine, Mor Mürekkep'in dağılmışlığına bakıyorum. İsimle Ateş'in yeni kapağına, nefti gölgeli o meşum karanlığa değil de bir filbahri tutuşmasındaki şenlikli yangına bakıyorum. Önünde çakılıp kaldığım Cümle Kapısı'nın basamaklarına bakıyorum. Cam Irmağı Taş Gemi, yüzebileceğini biliyorum. Bütün bu isimler, bu resimler benden çıkalı ne kadar zaman ne kadar hayat geçmiş? Sanki benim değillermiş. Neyin telâşı bu bendeki? Söz kimin? Niye ki? İsmim bana çok iğreti geliyor. Bütün bu kitapların sırtını, isim satırını duvara doğru çeviriyorum usulca. Ben, demekten utanıyorum.