Terk edilişlerde, bir yerden bir yere
Atıldığını duyan mektuplar gibiyim
Yarasında okyanuslar saklı duran…
Kim bilecekti bunları, kim anlayacaktı hem
Aşka başka bir akış bulmaktı tüm çabam
Belki de en müthiş gıdası ayrılık ve özlemdi aşkın.
Belki ben de öykündüğüm şiirleri hak edebilmek için, kavuşmaların imkânsız olduğu, buluşmaları ancak kaçamaklarda saklı sevdalar yaşamalıydım. Yoğun hasretler içeren mektuplar gidip gelmeliydi sevdiğimle aramızda. Çok uzun ve meşakkatli yollara düşüp düşüp, Mecnun gibi, hüsranla dönmeliydim her seferinde. Ellerimi uzattığımda hep bir hayale dokunup uyumak... sarılıp
yatmak mümkün değil, bende senden kalan hayale...
Gabriel Garcia Mârquez'in üslubu, Borges'inki gibi ölçülü değil, taşkındır ve akıldan ziyade duyulara ve hislere dayalıdır; yerel ağızları kullanımı ve titizliğiyle klasik eserleri andırsa da eski ve ağdalı olmaktan uzak, halka ait kullanım ve deyimleri, dile yeni giren yerli ve yabancı sözcükleri benimsemeye açık, zengin bir müzikselliğe ve duru bir kavramsallığa sahip, ukala kurgu ve kelime oyunlarından muaftır. Sıcaklığı, lezzeti ve müziği sayesinde bedenin algıladığı bütün hisleri ve hazları abartmadan, doğallıkla ifade eder; ayrıca düşsel unsurları da rahatlıkla içinde barındırır, olağanüstü diyarlarda dilediğince dolaşır. Yüzyıllık Yalnızlık'ı ya da Kolera Günlerinde Aşk'ı okurken bu romanların ancak bu sözcükler, bu anlatım ve bu ritm sayesinde inanılır, gerçeğe yakın, büyüleyici ve etkileyici kılınabileceğine, onlar olmasa okuduklarımızın bizi büyülemeyeceğine, öykülerin, anlatılırken kullanılan sözcüklerin içinde saklı olduklarına dair hiçbir kuşkumuz kalmaz.
Bu merak Sava'yı da sarmış. "İşte yaşamım değişiyor," demiş. "Belki de benim yaşamımı değiştirecek şey de bu kemanda saklı. Bu öğüt benim de işime yarayabilir."