Yalnız sanatçılar arasında değil, Michelangelo'nun adını bile duymamış sıradan kimseler arasında da, ku­şaktan kuşağa aktarılan Baba Tanrı görüntüsünün, Michelangelo'nun Ya- ratılış'la ilgili eşsiz görüşünün dolaylı ya da dolaysız etkisi altında biçim­lendiğini söylemek abartma olmayacaktır. Bu görüntülerin belki de en ün­lüsü ve en çarpıcısı tavan ortasındaki büyük sahnelerden birinde yer alan Âdem'in yaratılışıdır. Sanatçılar, Michelangelo'dan önce de Âdem'i, yerde yatarken Tanrının elinin bir dokunmasıyla canlanmış ola­rak resmetmişlerdi. Ama hiç kimse, yaratılışın büyük gizemini ifade etme­ye bunca güç ve yalınlıkla yaklaşamamıştı. İnsanın dikkatini ana konudan uzaklaştıran hiçbir şey yok bu sahnede. Âdem, ilk erkeğe yaraşır bir güç ve güzellik içinde yere uzanmış. Meleklerinin taşıdığı Baba Tanrı, öbür taraf­ta ona doğru yaklaşıyor. Görkemli ve geniş bir pelerine bürünmüş. Rüz­gârın bir yelken gibi şişirdiği bu pelerin, Tanrı'nın boşlukta ne kadar hız­lı ve rahat hareket ettiğini hissettiriyor. Tanrı elini uzatmış, ama daha Âdem'in parmağına bile değmeden, işte ilk insan, derin bir uykudan kalkarcasına uyanıyor; bakışlarını, Yaratan'ın baba sevgisiyle dolup taşan yü­züne çeviriyor. Michelangelo'nun sanatta yarattığı mucizelerden birisi, tüm sahneyi kutsal elin davranışına odaklaması ve bu davranışın rahatlığı ve gücünde, bizim "gücü her şeye yetme" düşüncesini görmemizi sağla­masıdır.
Michelangelo'nun bu Papa şapelindeki iskelelerin üzerinde, tek başına, tam dört yılda yaptığını, bir insanın herhangi bir şekilde nasıl yapabilece­ğini, sıradan bir ölümlünün hayal bile edebilmesi güçtür. Şapelin tavanı­na koca freskoyu boyamak, duvara aktarılacak sahneleri ayrıntılarıyla ha­zırlayıp çizmek için gereken beden gücü bile olağanüstüdür. Michelangelo, iskelede sırt üstü yatıp, yukarıya bakarak resim yapmak zorundaydı. Bu duruşa o denli alışmıştı ki, bu işle uğraştığı sırada aldığı mektupları bile, başının üstünde tutmak, okumak için başını geriye atmak zorunda kal­mıştır. Ne var ki, o geniş yüzeyi tek başına ve yardımcısız kaplayan bir in­sanın beden çabası, elde ettiği zihinsel ve sanatsal başarı yanında, hemen hemen hiç kalmaktadır. Hayal gücünün tükenmek bilmeyen zenginliği, her bir ayrıntının yapılışmdaki ustalığı, ama özellikle kendinden sonraki­lere bir ufuk gibi açıverdiği görüntü görkemliliği, dehânın gücü konusun­da, insanlığa yeni bir ölçü sunmuştur.
Reklam
Günün birinde aniden ilham gelse, sanatın olanca gücü içime dolsa, uykuya bir güzelleme yazardım. Hayatta uyuyabilmekten daha büyük zevk tanımıyorum. Uyurken hayat ve sanat tamamen hükümsüz kalır, varlıklardan, insanlardan tamamen uzaklaşırsınız, hatırasız, yanılsamasız bir gecedir uyku – ve nihayet, geçmişin de, geleceğin de olmayışıdır...
Sayfa 121Kitabı okudu
Oku-yorum
Sözün gücüne her zaman inanırım.Roman, sözlü sanatın en önemli koludur çünkü her okuyucu bir romanı okurken okuduğu romanı başından sonuna kadar yeniden yaratır. Diyelim ki bir zeytin ağacı geçiyor romanda, okuyucunun bahçesindeki zeytin ağacı gelir romanın içine oturur. Bir ovayı okursa bildiği yaşadığı ovayı getirir gözlerinin önüne. Hiç ova görmemişse de bir ova yaratır oraya koyar. Romanların gücü bu yaratmaya bağlıdır.
İngiltere'de, Gotik sanatın "Dikey üslup" diye bilinen son ev­resinde bu eğilimlerin etkili olduğunu görüyoruz. Bu tanımlama İngilte­re'de XIV. yüzyıl sonlarıyla XV. yüzyılda yapılan binaların özelliğini ifade etme amacıyla kullanılmıştır. Çünkü bu yapıların süslemelerinde, düz çiz­giler, daha önceki dönemdeki "süslü" taş kafes işçiliğinin kıvrımlarından ve kemerlerinden daha çoktur. Bu üslubun en ünlü örneği, Cambridge'teki, 1446 yılında yapımına başlanan King's College'in güzel şapelidir. Bu kilisenin biçimi, önceki Gotik iç mekânlardan çok daha yalındır. Yan sahınlar olmadığı için, ayaklar ve dik kemerler yoktur. Kilise, bütün olarak, bir Ortaçağ kilisesinden çok, oldukça yüksek bir salon izlenimini verir. Genel yapısının daha sade ve belki de, büyük katedrallere göre daha dünyevi olmasına karşın, ayrıntılarda, özellikle de tonozun biçiminde, ("yelpaze tonoz") Gotik ustaların hayal gücü, alıp başını gitmiştir.
Yaşar Kemal 2011 yılında, Fransa 'daki Gallimard yayınevinin 100. kuruluş yıldönümünde yapılan bir soruşturmada, "20. yüzyıl dünyasının el kitabı" olarak nitelendirdiği bu roman için şöyle diyor: "Savaşlar insanların ölüm fermanıdır; savaşlar, üstünde yaşadığımız toprakların, doğamızın ölüm fermanıdır. Sanat, gerçek sanat savaşın, zulmün, şiddetin, tüketici oburluğunun, insanca olmayan her davranışın karşısındadır...Çünkü ne olursa olsun, olmayan her biçim sanatın birinci işi başkaldırıdır. Sanat insanları yalana, zulme, bitip tükenmeyen anlamsız savaşlara, bütün kötülüklere karşı uyarır. 20. yüzyılda roman bu uyarıcılığı dirençle sürdürdü. Erich Maria Remarque 'ın 1929 'da yazdığı Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok bugün de taptaze, bugün de her okuyucusu tarafından yeniden yeniden yaratılarak uyarıyor, direnme gücü veriyor. "
Sayfa 17 - EverestKitabı okudu
Reklam
781 öğeden 691 ile 700 arasındakiler gösteriliyor.