Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Platon'un ünlü mağara alegorisi; Bir mağaranın içinde, dışarıdan gelen ışığa arkalarını dönük olarak ömürlerini geçirmiş olan insanların tek gördükleri önlerine vuran hayvan, insan ve nesne gölgeleridir. Gerçek formunu hiç görmemiş bu insanlar için tek gerçeklik bu gölgelerdir. Hapis olan kişilerden biri bir gün aniden serbest kalır. Mağaranın dışındaki dünya ile karşılaşır. Tamamen ışık ile yani gerçek ile tanışan bu kişinin gözleri neredeyse körlük yaşar. Zamanla şimdiye kadar gerçek sandığı gölgelerin aslında gerçek olmadığını ve gerçeklerin birer karanlık yansıması olduğunu anlamaya başlar.. Hayatın gerçeğini anlayan bu kişi mağaraya dönüp diğer insanlara gölgelerin sahte olduğunu ve asıl gerçeğin dışarıda olduğunu anlatmaya çalışır. Ancak dışarıyı hiç görmeyen bu insanlar anlatılanı idrak edemezler ve kızgınlıkla karşı çıkarlar.. Platon, mağara alegorisi yani benzetmesinde bir şeyleri anlamaya başlamış olan filozofların bunu halka anlatamayışını örneklemek istemiştir. Bu metafor günümüz dünyası ve düzeni içinde hala geçerlidir. Çünkü insanlar anlayabildikleri kadarını kabul edip kendi anlayışlarının ötesinde anlatılanları kabul etmezler. Bu yüzden gerçekleri anlatanlar bir şekilde toplum içinde baskı altına alınır. Işığı-gerçeği görmek, doğruyu duymak rahatsız edicidir. Bu yüzden zihin karanlığı ve esareti seçer. Cahillik mutluluktur..(!) Gerçek ile yüzleşmek ve özgür olmak cesaret ister. Herkesin bir gün mağaradan çıkabilecek kadar cesur olması dileğiyle..
Ben Kimim?
Nefret toplumu kötülük toplumu ayrımcı toplum yobaz toplum da biz kimiz? toplum koyun deyip vicdan rahatlatırken toplumun neresinde konumlanıyoruz? herkes aynı şeyleri söyleyip yakınırken biz ne kadar farklı olduğumuzu düşünüyoruz? bize hazır verilen/dayatılan değerler dışında kendimizi anlatacak kaç kelimemiz var? kendimize baktığımızda nerde
Reklam
Olması gereken ve Ötesi
Olması  gerektiği gibi olan neydi, bunca yaşanmış yada yaşamış sandığı anılar ve duyguların bühranla beraber kaybolmasını kim kabul edebilirdi. Sahi insan bu kadar kabullenici bir varlık mıydı ki, yaşanmış onca duyguyu yaşanmamış sayacak. İnsan o kadar bencil miydi ki, yüzündeki o anlam vermediği gülümsemeyi esirgeyecek hiç sanmıyorum eğer insan yaşadığını hissederse en dipte dahi olsa bir yolunu bulup o zirveye çıkmak isterdi. Olması gerekenler sadece bizim uydurduğumuzbir kabulleniş ve kısa yoldan benmerkimiz haricinde gelişen olguydu güya ki zaten her şey Allah'ı izniyle bir nakış misalı nakşediliyordu cihana ve bizde buna şahit oluyorduk ve aynı zamanda bizde kümeler arası etkileşimde yerimizi alıyorduk. Bu her şeyi başımızdan savurma hallerimiz insanoğlunun oluşturduğu hurafelerden biri değil miydi sizce de?
Gülcan Demir
Gülcan Demir
Bu hayatta düşebilirsin, terkedilebilirsin, elinde avucunda ne varsa bir an da kaybedebilirsin ve hatta tüm bunları yaşadığın için kendini dünyanın en şansız insanı da hissedebilirsin. Ama unutma ki
Konfüçyüs
Konfüçyüs
'unda dediği gibi "Hiç kimse başarı merdivenlerini elleri cebinde tırmanmamıştır.Hiç kimse bir kaç kez yıkılmadan küllerinden yeniden doğmamıştır." Evet savaşın çetin geçecek, evet sabrın kadar gücünde tükenecek, ama öyle bir zaman gelecek ki senin asla başaramayacağını zanneden insanlara dudakların şu sözleri söyleyecek; Başardım çünkü ilk önce kendime inandım ve beni motive etti sizin önüme koyduğunuz taşlar. Siz de unutmayın ki hayat bazıları için kaybettiğini sandığı yerden yeniden başlar.
Victor Hugo
Victor Hugo
da dediği gibi " En karanlık gece bile sona erer ve güneş yeniden doğar.."
Taciz, tecavüz ve ardından gelen öldürme vakaları büyük oranda porno kültürüyle ilintilidir. Pornografik görüntü ve görseller birey beynini manipüle ederek, beynin, görüntüye bağlı olarak geliştirdiği yanlış fikir ve çıkarımlar edinmesine neden olur. Bireyin reel hayata döndükten sonra manipüle olmuş zihniyle karşısındaki bireye duygu-dışı bir
Hepimiz bu dünyanın içinde kayıbız ve doğrusu o kadar uzağız ki bilmek istediklerimize...İnsanoğlu bildiğini sandığı kentte kayıp, tanıdığını sandığı yüzlerde yabancıdır.
Reklam
İlk Cemre
Benim var ya, herkesin de kendine özgü cemresi vardır diye düşünüyorum. Bazılarının belki henüz düşmemiş sandığı, bazılarının bildiği, beklediğini bulduğu. Her güvenişin ardından, insancıl hayal kırıklığı yaşamadan. O, bunu nasıl yapar duygusunu yutkunmadan. Ne düşmek ne de kimsenin düşmelerini seyretmeden. Elimizin yettiği kadar yeri düzeltip, nefesimizin yettiği kadar dua ekleyerek, yaşanan tüm sıkıntılı anlara derman, yaralara şifa niyetiyle eksik yanlarımızın son bulduğu.. Umarım ilk cemre sabahında güneş doğduğu andan itibaren aldığımız her nefeste şükredecek sayısız güzel anlarımız ile birlikte; Düşüşünden tek mutlu olacağımız şey de cemre'ler olsun.. youtu.be/v47y4yjW8ag
1950’li yıllarda İskoçya’ya yük taşımak için Reefer tipi bir gemi yanaşır. Demir attığı limanda yükünü aldıktan sonra, gemide çalışan denizcilerden biri acaba unuttuğumuz bir yük kaldı mı diye bakmak için soğuk hava deposuna girer. Onun içerde olduğunu fark etmeyen başka bir denizci ise, kapıyı dışardan kapatır. Soğuk hava deposunda mahsur kalan denizci, var gücüyle bağırır, çelik duvarları yumruklar, ama kimseye duyuramaz sesini. Çakısıyla içerden açmaya çalışır kapıyı, lakin mümkün değildir. Gemi hareket eder ve denizciyi unuturlar. Mahsur kalan denizci, depoda açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek bulur. Ama deponun dondurucu soğuğuna fazla dayanamayacağını anlamıştır. Kapıyı açamayan çakısıyla, çelik duvarlara kendisini bekleyen ölüm sürecini yazmaya, daha doğrusu kazımaya başlar. Günbegün, adeta bilimsel bir titizlikle soğuğun vücudunu nasıl uyuşturduğunu sonra yavaş yavaş öldürücü etkilerini, el ve ayaklarının nasıl duyarsızlaştığını, donan burnunu ve buz gibi havanın verdiği acıyı anlatır. 3 gün sonra soğuk hava kapısını açan başka bir denizci, zavallı adamın cesediyle karşılaşır. Duvarlara kazıdığı acılı sonunu okur ve.. kendisi de hayretten dona kalır. Çünkü soğuk hava deposunun derecesi 19’dur. Çünkü soğutma sistemi zaten çalıştırılmamış olup, kendi haline bırakılan deponun sıcaklığı normal bir dereceye yükselmiştir. Yani biçare denizci donarak ölmemiş, donduğunu sandığı için ölmüştür. Bu hikaye bilinçaltını doğru kullanırsak ne kadar güçlü olduğunu, yanlış kullanırsak da bizi ölüme dahi götürebileceğini göstermiştir.
"Köy köy dolaşıp duruyordu, gominist midir nedir?"
1943, Nevşehir Ürgüp’de Tahsin Ağa Kütüphanesine bir görevli atanır. Günler geçse de tek bir kişi bile gelmez, en sonunda 1 hafta olur. Kimsenin gelmediğini görünce amirlerine durumu bildirir. Beklemediği bir cevap alır; – Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu? – Alıyorum. – Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı,
Müzmin Bıkılmışlık
Apartman merdivenlerini yavaşça çıktı. Eli hiç istemediği halde zile gitti, kapıyı çaldı. Karısı yıllardır yüzüne yerleştirmeyi alışkanlık edindiği buruk ve eğreti gülümsemesiyle “Hoş geldin” dedi. Cevap verdi mi vermedi mi hatırlamıyordu. “Hoş buldum” demek, bu saçma tiyatroyu her anlamda devam ettirmek bu kadar gerekli miydi? Ellerini yıkadıktan
Reklam
Yağmur
Mumlar söndüğünde köyde, hepimiz toplanırdık ninemin dizinin dibinde. Çiçekli bir fistanla yamalanmış bir elbise. En çok dikkatimi çeken buydu çocuk aklımla. Hâlâ hayretle hatırlarım... Nineme sorduğumda uyumuna rağmen fistanı, ellerimde tutarak çiçekleriyle, bahar gibi bakardı, genç kız gözleriyle... Ve anlardım ve elbet ki yıllar sonra çok daha
NEDEN KİTAP OKUYORUM?
Okuma yazmayı evde çatpat biraz sökmüştüm, adımı soyadımı yazar, harfleri ve birkaç kelimeyi tanırdım. Birinci sınıfa başlarken üzerimde, uzun süre ailemden uzak kaldığım yabancı bir ortamda farklı insanlarla bir arada bulunmanın yarattığı çekingenlik, korku ile abilerimin ellerinde görüp ilgiyle seyrettiğim kitapları okuyabilecek olmanın heyecanı
Kimse sandığı kadar güçlü değildir , Herkes bir gün incirir. Murathan Mungan
" Kimse sandığı kadar dayanıklı değildir ; herkes bir gün incinir . "
Murathan Mungan
Murathan Mungan
1.154 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.