Yazarak hayatını idame ettirmeye çalışan bir adamın mücadelesi..
Sokaklarda beş parasız, kolunun altında battaniyesiyle avare avare dolaşan bu adama içim parçalandı. Bilgi birimi yüksek, ince ruhlu bu adamın, pantolonun ağıran diz kısımlarını ıslatarak gizlemeye çalışması kalbimi sızlattı. Tüm bu sefilliğine rağmen asla ahlaklı duruşunu bozmuyor, birşeyler çalmıyor, dilenmeyi reddediyor. Kendisini dilenci sananların verdiklerini kabul etmiyor ya da kabul etmemeye çalışıyor. Bu noktada kendi gururuyla çekişmesine tanık oluyoruz. Zaman zaman gururu ağır basıyor, bazen de açlık kazanıyor. Bu çektiktiklerinden ötürü tanrıyla da hesaplaşmaya tutuluyor. Böyle bir durumda kim "Neden? Neden ben?" Diye sormaz ki.
Kitabın gerçekten de Knut'un Kristiania'da (Oslo) geçirdiği dönemi anlattığı düşünülünce duygulanmamak imkansız.
Knut'un iç dünyası beni oldukça etkiledi. Ayakkabılarına bakıp, burdan benliğine dair derin düşünlere kapılabiliyor. Tamamen kendi kafasının içinde kendi düşünceleriyle yaşayan biri.
Yazı yazmayı mucizevi bir olay gibi öyle ahnekle anlatıyor ki insanda bir anda yazma isteği uyandırıyor. Sanki sizin de aklınızda kendiliğinden kelimeler parlamaya başlıyor ve bunları yazıya dökmek hayattaki en güzel şeymiş gibi düşünüyorsunuz.
Kitabın başında Behçet Necatigil tarafından Knut'un hayatı hakkında da bilgi verilmiş. Okudukça Knut'un başından beri çektiği tüm zorluklara rağmen yazma azminin asla tükenmediğini, yazmaya ve üretmeye büyük bir hevesle bağlı olduğunu görüyoruz. İlham verici hayatıyla da övgüye değer, önemli bir yazar.