Peygamber bu kadar büyüklüğüyle, ey Allahım, biz seni tam anlamıyla bilemedik derken, Bistamlı Bayezid, 'kendimi tenzih ederim, benim şanım ne kadar büyüktür ki, bilinmesi gerekenleri tıpkı gerektiği gibi bildim. Ben sultanların sultanım diyor."
Bazı insanların gönül darağacı küçüktür, bir testi suyla dolar; bazılarının ki ise sonsuzdur, okyanuslar bile onların susuzluğunu gideremez. Bayezid susuzluğunu bir yudum suyla giderdi ve övünerek suya kanadığından dem vurdu. Hazreti Mustafa'ya gelince (selam onun üzerine olsun) o müthiş bir kanmazlık hastalığına tutulmuştu. Sular içinde susuzluktan kavruluyordu. O her gün, daha çok görüyor, daha çok anlıyor, daha çok biliyordu, ama gördükçe görecekleri artıyor, bildikçe bilmedikleri çoğalıyor, anladıkça anlamadıkları büyüyordu. Bu sebeptendir ki, 'Biz seni layıkıyla bilemedik diye buyurmuştur."
14 Eylül günü yeniden Ankara'ya gönderilmekteydim. "İkinci Amele Taburu" Kızılırmak yakınındaki Yavşan köyünde bulunuyordu. Bu seferki karşılama biraz farklıydı: Üç darağacı dikilmişti köyün meydanına ve burada günlerdir asılı duran üç delikanlının göğsüne de, üzerinde "Ben bir asker kaçağıyım!" yazılı birer ilan levhası asılmıştı.
Sayfa 99 - Can Yayınları, çev. Attila TokatlıKitabı okudu
İLK VE SON HİTAP
Nâzım Hikmet!
Nafile çabalıyorsun.
Sana kızmıyorum. Kızmayacağım.
Hiç bir operatör, ameliyat masasından kendisini yumruklayan kanserliye, hiç bir gardiyan, parmaklığı içinden kendisine deli diye bağıran çılgına, hiçbir hâkim darağacı önünde küfürler savuran mahkûma kızamaz.
Ben kendimi, ne kanser operatörü, ne deli gardiyanı,