Gerici akım, sinemaya sıçramakta gecikmedi. Dinsel filmler, daha doğrusu din duygularını sömüren filmler büyük bir artış gösterdi. Ezan, mevlit okuma sahneleri, dua sahneleri, daha önceki yılların şarkılı, göbekli sahneleri kadar gereksiz, bol bol ve onlarla birlikte yer almaya başladı. Aynı gericilik akımı, 1969'dan sonra, daha azgın ve daha örgütlü olarak yeniden baş gösterecektir. İşte bir avuç yönetmen, Türk sinemasını tiyatronun etkisinden kurtarmak, sinema dilini kurmak görevini böyle bir ortamda gerçekleştirmeye çalıştılar. Gerçekleştirdiler de. Bu yönetmenlerin başında Lütfi Akad gelir. 1949'da Kurtuluş Savaşı'nı konu alan bir romandan Vurun Kahpeye filmini çevirerek işe başladı.
Başlıca ve en etkili kaldıraç olan sosyal ikiliği yeni liberalizm icat etmiştir ki, az ilerde ona değineceğiz; kültürel ikilik de toplumlarda, yaşamla bağlarını koparmış bir düşüncenin kölesi olacak biçimde, büyük iletişim araçlarının tacirlerin eline geçmesidir. Aslında parayla devletin gizli anlaşması, ara sıra açık verse de etkisi de etkisini şeytanca sürdürüyor ve siyasal iktidar, "daha etkili olan tacirlerin iktidarı" ve "onun güçlü ve zehirleyici suç ortağı olan" medyanın iktidarı arasında bir bağdaşıklık kuruluyor; amacı da bu bağlaşıklığın, son bir çözümlemede, 'ruhsuz insanların zaferi"ni sağlamaktır.
Ve insanlar, yıllar sonra bir fotoğrafla anılırlar. Server Tanilli'nin sözleri hiç silinmez kulaklarımdan.
" Sunay, tarih bir güm senin de fotoğrafını çekecek. Dikkat et de, o fotoğrafta gözün kapalı çıkma! "
Sayfa 209 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Belki de, bu sınırlı ufuklardan yorulmuş, Paris'e taşınmayı düşünmektedir. Ancak, saflar ve ön yargılar, daha aşağı sınıflardan gelen insanlara, layık oldukları yerleri yasaklamışsa, neye yarar yetenekler ve çabalar?
Cicero, şöyle demişti bir gün: "Ruhsuz hitabet olmaz." Robespierre, ruhunu alıp olduğu gibi söylevlerine koyar. "Genel kanıyı okşamak için düşünceme ihanet etmeği bilmiyorum... Halkı, çiçekli yollardan geçirip uçurumun kenarına götürme sanatını da bilmiyorum." der bir gün. Utanç verici çıkışlardansa, saygı değer mırıldanışlara yol açmayı yeğler. "Yüzde yüz reddedileceğini bildiğim zaman bile, gerçeğin sesini çınlatmayı bir başarı saymışımdır." da diyecektir.
Ölüm cezalarının kaldırılmasını öneren, vaktiyle Robespierre olmuştu; şimdi onu krala karşı istemektedir: "Louis ölmelidir, çünkü Fransa'nın yaşaması gerekir!" der.
...
Öte yandan, halka kanunsal biçimler dayatmak söz konusu değildir; "hukuk mahkemeleri gibi yargılamaz o, yıldırımla çarpar."