Bantrylerin kütüphanesinde bulunan bir ceset var, klasik polisiye kitabıydı. Konusu güzeldi ama konuyu işleyiş tarzını pek beğenemedim. İlk okuduğım polisiye romanı Ahmet Ümit'in beyoğlunun en güzel abisiydi, ve o kitap kadar akıcı değildi ahmet ümitin tarzını ben daha çok sevmiştim. Agahta Christie ünlü bir yazar ama abartıldığı kadar yokmuş diye düşünüyorum. Belki de cesetler merdivenini sevemedim henüz diğer kitaplarını okumadım ama pek okuyacak gibi değilim. Yani okusanız da olur okumasanız da olur. Öyle bir kitaptı
"Kalbimizin 40 derece ateşe kaç gün dayanabileceğini, böbreğimizin günün birinde taş yapıp yapmayacağını nasıl bilemezsek, söylenmemesi gereken bir hakikati veya bize zorla söylettirilmek istenen bir yalanı söylememek için ne kadar tazyike tahammül edebileceğimizi de ölçemeyiz. Kimisinde bu mukavemet ölüme kadar devam eder, kimisi ilk korkunun doğurduğu heyecanla yumuşayıverip cellatlarının elinde şekilsiz bir balmumuna döner... "
"Olur, bazan olur... İnsan dedikleri mahlukun, içinde neler kaynaştığını biliyor muyuz? Öyle anlar olur ki, en ummadığımız adam en beklemediğimiz şeyleri yapabilir."
Namuslu adam kalmamış bu dünyada iki gözüm. Müslümandır, namazında, orucundadır, hakkımızı yemez diyorduk ama, biz onun hatırını saydıkça o, bizim tepemize bindi. Eh, artık çocuk değiliz, yemiyoruz bu numaraları, değil mi ya?...
Ah, ben hayvanları çok severim. Bütün canlı mahlukları, hayatı, güzelliği, saadeti severim. Bahtiyar bir köpek bile benim içimi sevinçle dolduruyor. Ben karanlık şeylerden bahsetmek için dünyaya gelmemişim. İçim tatlı, sıcak, neşeli şeyler anlatmak isteğiyle yanıyor.
Niçin hep acı şeyler yazayım? Dostlar, yufka yürekli dostlar bundan hoşlanmıyorlar. "Hep kötü, sakat şeyleri mi göreceksin?" diyorlar. "Hep açlardan, çıplaklardan, dertlilerden mi bahsedeceksin? Geceleri gazete satıp izmarit toplayan serseri çocuklardan; bir karış toprak, bir bakraç su için birbirlerini öldürenlerden; doktor bulamayanlardan; hakkını alamayanlardan başka yazacak şeyler, iyi güzel şeyler kalmadı mı? Niçin yazılarındaki bütün insanların benzi soluk, yüreği kederli? Bu memlekette yüzü gülen, bahtiyar insan yok mu?"
... Çünkü sanat, yeryüzünde ve insanların içinde olup bitenleri, çöplükle sarayı aynı hakikatten uzak ve güzelleştirici örtüye bürüyen ay ışığı gibi, tatlı bir yalan bulutunun arkasından göstermeye mecburdu.
Şeytana üstün gelmek için, melekten yardım istemek gerektiği gibi, kötü yola düşürülen bir güzelliğin tesirlerini olsa olsa masumiyet rengiyle süslenmiş bir güzellik etkisiz hale getirebilir.
İnsanoğlu öyle garip bir varlıktır ki her şeye alışır. Her alışmadığı şeyden de korkar. Hatta bazen o kadar korkar ki, ölümü, (mesela) dünyada en çok geçici olduğu bilinen mutluluktan ayrılmaya bile tercih eder.
Bakış, sonsuz boyutlar içinde kendini kaybetmeye başlayıp da, hayal akla üstün gelince, gökyüzü denizin veya deniz gökyüzünün aynası olmuş, bağlardaki çiçekler gökyüzüne veya ufuktaki bulutlar denize aksetmiş, kısacası yerle gök birleşmiş zannetmemek mümkün değildir.