Kemal Tahir, Kelleci Memet romanında 131'den 149. sayfaya kadar Kutül Amare'yi Kelleci'nin babası Rufat'ın ağzından anlatır:
"Seferberlik'in başındaki işler şekerden tatlıydı ya, sonuna doğru durum gayetle kötüledi. Bizim kendi pisliğimizde boğulmamıza az bir şey kaldıydı beyim; şuncacık bir şey kaldıydı. Biz Seferberlik'e çubuk gibi delikanlı gittiydik. Dönüşte beni öz anam tanıyamadı. Salt kuru kemik kaldığımdan değil, aklımız da çatlamış bizim biraz."
Şımardın öyle ya? Bugünleri başka günlere benzetme! Millet canının derdine düşmüş... Kim vurduya gidersin ki, leşini kahpe anan tanıyamaz. İşte benden sana, bilirsen ata öğüdü...
Daha ne kaldı? Tamam! Köyün ortasına Millet Bahçesi kurulacak... Bayrağının direği minare boyunda...
Dört yanı açıklık köyde Millet Bahçesi lazım mı?
İster beyim! Yazı yaban başka... Millet Bahçesi kendini bilen bir köyün yüz akıdır.
... Deccal'i beklemeyi resmen bırakabiliriz.
Deccal, insan formunda, zaten burada.
Deccal'in bir adı var.
Onun adı kayıtsızlık.
"İyiler kılını kıpırdatmadığında kötünün egemen olduğu" kuşku götürmez bir gerçektir. Çoğu, çok uzun zamandır hiçbir şey yapmayan ve gezegenin ve sakinlerinin yoksulluk, açlık, adaletsizlik ve istismarın/suistimalin bizim işimiz olmadığını düşünen bir safta durmanın veya bununla ilgili herhangi bir şey yapmak için çok meşgul olmaktan daha fazla "Deccal" olan ne olabilir?
Kıyamet tarikatı üyeleri genellikle Tanrı'ya, İsa'ya ve Armageddon kavramının İsa gibi bir Mesih'in gelişinden önce gerçekleşeceğine inanan son derece dindar kişilerdir. Doğal olarak dürüst ve iyi niyetli olma eğilimindedirler. Onları tavlamaya çalışan karizmatik ve dindar bir İncil uzmanının, aslında Tanrı, İsa ve kutsal metinleri oltaya takılacak yem olarak kullanmaktan başka bir şey yapmayan, aldatıcı, manipülatif bir sosyopat olduğunu akla hayale bile getirmezler. Onlar genellikle aidiyet duygusunu yeniden hissedecekleri önemli bir şeyin aktif ve değerli bir parçası olma hissini tadacakları bir yer ararlar. Bazı durumlarda yaşamları büyük badirelerden geçmiştir -belki bir iş kaybı, başarısız bir evlilik ya da eşin vefatı. Bazı durumlarda ise yaşamları dünyevi, onları tatmin etmekten yoksun ve kendi deyimlerince anlamsız bir hale gelmiştir. Bazılarına kendileri için mantıklı olsun ya da olmasın dine körü körüne itaat etmeleri öğretilirken, diğerleriyse -tıpkı daha özgür düşünen insanlar gibi- kiliselerinin felsefelerinde bazı çelişkiler ve/veya mantık hataları bulurlar. Bununla birlikte, neredeyse tamamı, kendilerinin, -özellikle dünyanın sonu geldiğinde gerçekten layık olanlar kurtarılacaksa- kurtuluşu hak etmeyecek kadar günahkar olduklarına inanıyorlar.
Bir başka ilkeleri de şudur: İnsanlığın mutluluğunu sağlamak için Tanrı'nın bir gün bize sonsuz sevinçler vereceği umuduyla bedenin güzelliğini hor görmek, güçlerini azaltmak, hızını durdurmak, iştahlarımızı oruçla köreltmek, kısacası, tabiatın nimetlerini tepmek, yüksek bir din çabasıdır; ama araçsız, boş bir erdem kuruntusuyla ya da belki hiç gelmeyecek yoksulluklara önceden alışmak kaygısıyla insanın bedenine eziyet etmesi, nefsini köreltmesi, aşırı bir deliliğe düşmek, kendine yok yere zulüm, tabiata karşı nankörlük etmek, Tanrı'nın verdiklerini ona borçlanmak istemez gibi çiğnemektir.
Öğrencinin güçlü yanlarını bulup onları başarıya yönlendirmeli... Öğretmen motivasyon verir, yönlendirir ve cesaretlendirir. Öğretmen, bir lider ve bir kaynak olur.
Dostoyevski ne demiş? "Dünyanın en eksiksiz iyi insanı İsa'dır. Ondan sonra Don Kişot gelir" demiş. Don Kişot'un eksiksiz iyi adamlığı, gülünç olmasından gelir.
Avrupa, hayallerini, gerçekleştirmek için kuran insanların ülkesidir. Orada gerçekleşemeyen hayal bir acı kaynağı, bir tragedya konusudur.
Doğu’da ise hayal bir keyif, bir gerçekten kaçma vesilesidir.