Varoluş, anlamlandırma gayretine girdiğimiz bir boşluktur. Hiçlik diyemem, bu varoluşumun piçliği olurdu. Hayattayım, üstelik varım ve varlığımı anlamlara borçluyum
Varlığım olmuş olmamdan gelmiyor, olma gayretimden geliyor. Olduğumu düşündüğüm an, bir sinek olup lambaya konarım.
Üstelik varoluşumun fanatiği değilim, bir gün bu maske düşecek ve oyundan çıkacağım. Eğer şanslıysam ve eğer gayretim onurluysa, sahneden indikten sonra bile varlığım benden sonra rolüne devam edecek. Tıpkı Shakespeare'in dediği gibi;
"All the world’s a stage,
And all the men and women merely players;
They have their exits and their entrances;"
Ama karanlığa boğulmuş göğün lambası.
Ya gecenin zaferi bu,
Ya da gün utanıyor doğmaktan.
Karanlıklar sarmış dünyamızın yüzünü
Diri aydınlıklar öpecekken
Ya gözlerim öbür duyularımla oynuyor,
Ya öbür duyularım gözlerimle.
Yine görüyorum işte seni:
Ağzında ve sapında kan var; demin yoktu.
Yok, hançer falan yok.
Benim kanlı tasarım bu gözlerimin gördüğü.
Şimdi, dünyanın yarısında tabiat ölü gibi;
Perdelere bürülü uykuyu kötü rüyalar sarmış.
Cadılar başlamıştır şimdi büyülerine,
Hayatın incisi saydığın şeye can atacaksın,
Ve kendi gözünde bir yüreksiz kalarak yaşayacaksın.
Ömrün boyunca, isterim, arkasından, yapamam,
diyeceksin.
Atasözündeki çaresiz kedi misali:
Balık ağzıma gelsin, ama ayağım suya değmesin.
Alışkanlık korkunç bir șeydir ve onun sayesinde insan kötü olana hiçbir rahatsızlık duymadan alışır. Ama iyi bir yanı da vardır elbette öyle ki iyilik de alışkanlık haline gelebilir...