Dostoyevski felaketleri öyle bir dönüştürür, bütün aşağılamaları öyle bir tersyüz eder ki, sadece en sert kader ona uygun olabilir. Çünkü tam da var oluşunun dışsal tehlikelerinden en yüksek içsel güvenliğini elde etmiş, acıları kazanç hanesine yazılmış, yükleri onu yüceltmiş, çekingenlikleri itici güç olmuştur. Sibirya, Katorga, sara illeti, yoksulluk, kumar, şehvet düşkünlüğü, var oluşunun bütün bu krizleri şeytani bir ters yüz etme gücü sayesinde sanatında verime dönüşmüştür, çünkü en değerli materyallerin maden ocağının en karanlık dehlizlerinden, tehlikelerle dolu bir havada, güvenli bir hayatın gezinti yüzeylerinin çok aşağılarından çıkaran insanlar gibi, sanatçı da en ateşli hakikatlerini, en derin bilgilerini her zaman doğasının en tehlikeli uçurumlarından bulup çıkarmıştır. Sanatsal açıdan bir trajedi olan Dostoyevski'nin hayatı, ahlaki açıdan eşsiz bir başarı, içsel büyü sayesinde dışsal varoluşun yeniden değerlendirmesidir.
Sayfa 112Kitabı okudu
376 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
'Gerçek,anlatılan bir hikayeden daha etkilidir.'
Dostoyevski'nin Sibirya'da geçirdiği 4 yıllık sürgün hayatını anlattığı; akıcı üsluplu, hayal ve umut dolu, insanları gözlemleyip özelliklerini, ruhsal çözümlemelerini yazmış olduğu bir kitaptı. En yakın arkadaşları olan; Akim Akimiç, Petrov, Ali, Goryançikov gibi isimlerin öyküleri, hayalleri, umutlarını kapsıyordu. Bazen güldüren, bazen hüzünlendiren, bazense düşündüren bir yanı vardı ve hapishane günlerine tanık olabileceğimiz, o günleri yaşıyormuşuz hissine kapılabileceğimiz canlılık hakimdi. İnsanların hayatta varolan rollerine boyun eğdiği, alıştığı, kabullendiği ve değiştirmek için cesur olamadığı vurgulanmış. 'Ölüler Evinde' ki kasıt aslında bedenlere vurulan prangalardan ziyade ruhlara vurulmuş olan prangalardan dolayı bir insanın ölü sayılmasıydı ve bundan kurtulmak gerektiğiydi. 'Pranga hiçbir mahkumu kaçmaktan alıkoyamaz' derken ki kastettiği bence buydu. Ruhumuzun her zaman hür olabilmesi dileğiyle.
Ölüler Evinden Anılar
Ölüler Evinden AnılarFyodor Dostoyevski · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201914,8bin okunma
Reklam
Trenimiz Dağıstan'ın Azerbaycan hududundaki Derbend şehrine doğru yol alırken Rus çizmesine düşmüş olan eski vatan topraklarını ve sefalet içindeki Türkler'i görüyordum. Yüksek tahsilli olduğumdan milli durumumuzu değerlendirebiliyordum. Selçuklular devrinden itibaren talihsiz milletimizin milli müneverliği olmamıştı. Çin'den
110 syf.
·
Puan vermedi
İsmail Bey Gaspıralı (İsmail Mirza Gasprinskiy / Исмаил Гаспринский (Гаспыралы), اسماعيل غصپرينسكى‎; ), Bahçesaray yakınlarındaki Avcıköy’de Nevruz Bayramı’nda dünyaya gelmiş. Türklüğün belki en çoraklaştığı zaman baharı müjdeleyen Nevruz gibi Türk dünyasına baharı müjdeleyerek ağır bir mesuliyet üstlenmiş. Kırım'ın bu hamiyetli evladı sadece Kırım'da değil önce Tatarlığın meskun bulunduğu Kırım, Astrahan, İdil-Ural ve Sibirya'da sonra Anadoluda, Azerbaycanda, Türkistan'da tanındı ve bize bir ümidim var olduğunu, birleşmemiz gerektiğini, birleşip bir yumruk olamayanların, bir yumruk altında yok olacaklarını haykırdı fakat ne yazık Çarlığın karanlık istibdadını Tercüman gibi ufak bir meşaleyle aydınlatmayı başaran Gaspıralı bugün bile tam manasıyla anlaşılabilmiş değil. Eserde işte bu minval üzerine Gaspıralı'yı inceliyor, belki çok sathi, belki teferrattan yoksun fakat onun asıl kimliğini ve hayattaki idealinin parlaklığını yansıtmak konusunda güzel bir kitap okuduğumu düşünüyorum. Merhum Necip Hablemitoğlu eserleri iyi tetkik ederek, alıntılarını kitaba güzelce yaymış. Gaspıralı da darı bekaya göçmüş olan evladu iyali de rahat uyusun, kabirleri nurlarla dolsun, Gaspıralı'nın Girit’te palikaryalara karşı Türklerin yanına koşmak arzusunu biz de bugün Kırım için aynıyla hissediyoruz... Ektiği tohumlar yeşerdi, orman olup buz çöllerini bürüdüğümüz gün geldiğinde onun adını her yanda yaşatacağız Allah'ın izniyle. İncelemeden çok temenni oldu fakat hislerime mani olamadım, okuyucuların ya da okuyacakların da aynı hisleri paylaşacağı umuduyla noktalıyorum.
Gaspıralı İsmail
Gaspıralı İsmailNecip Hablemitoğlu · Birharf Yayınları · 2006206 okunma
1950-1952 arasında yayınlanan Orkun’da enstitüler meselesi çok geniş bir şekilde ele alındı. Özellikle, enstitülerde öğretmenlik yapmış bir kişi olan ve “Kadıoğlu Süleyman” müstearını kullanan bir yazarın yazı serisi dikkat çekicidir. Bu seri, enstitüler bütün cepheleriyle ele alınarak Türkçülerin bu konuyu nasıl gördüklerini göstermesi açısında oldukça önemlidir. Kadıoğlu’na göre, enstitülerin görünür amacı olan köyleri kalkındırmak için idealist köy öğretmenleri yetiştirme meselesi bir “maske”ydi. “Enstitülere ayrılan milyonlar lira başıboş inşaatlara sarf edilmiş, öğretmen olma hayâli kuran köy çocukları, memlekete sadece nüfus cüzdanıyla bağlı ve enstitüleri babasının çiftliği gibi gören idareciler tarafından Sibirya kürek mahkûmları gibi çalıştırılmıştı.” Fakat ona göre sorun yalnızca idarî değildi Öğrenciler, verilen eğitimlerle Türklük, Türkçülük, Türk tarihi, milliyet ve mukaddesat düşmanları haline getirilmeye çalışılıyordu. Buna mukabil Komünist yazar ve öğretmenler Komünizmi “telkin” etmekteydiler
Finlandıyalılar "Okul bizim temel zenginliğimizdir. Rusların sahip olduğu Ural dağlarının zengin maden yatakları, Sibirya'nın altın rezervleri bizde yok. Tabiat nimetlerini dağıtırken bize cimri davranmış. Bu eksikliği enerjimizle telafi etmek, vatandaşlarımızdan ülkemizin kalkınmasına azami ölçüde katkıda bulunmalarını istemek durumundayız. Fabrikalarda İngiliz çeliğini dayanıklı kılmak için yapılan işlere benzer şekilde biz de okullarda gençlerimizi güçlü ve dayanıklı olmaları için yetiştiriyoruz. Bataklıklar arasında, taşların üzerinde kurduğumuz, nispeten refah içinde yaşamamızı sağlayan ve Rusya nüfusunun geri kalan bölümü için şimdilik uzak bir hayal gibi görünen bu düzenin temeli okullara dayanmaktadır. Okulumuzu elimizden aldığınız an biz de biteriz. Tıpkı mayasız hamur gibi çökeriz." demektedirler.
Sayfa 79 - koridor
Reklam
1.000 öğeden 981 ile 990 arasındakiler gösteriliyor.