...insan dönüştürerek oynayan, oynayarak dönüştüren varlıksa, değerler yeniden yaratılabilirliğini korur en azından, yaşamın önerdiği ve geri bıraktırdığı zenginliğin içinden seçimler yapmada özgürdür artık seçilmesi gereken kimi zaman bitimsiz bir acı da olsa... O zaman acı sonsuzca boyutlanır, çok katlı sevinç paylarını içerir, avaz avaz haykırmalar ve sıcak gözyaşlarını da. Görünümü dingin bir mavi olur, gümüş bir göl kadar kıpırtısızdır, insan bir yüzeyinde bir dibinde yaşar onun, tabanı erişilmez kuyumların eriyik haliyle kaplıdır, bunu içinde olmayanlar bilemezler -işte şu bir parça donuk gümüş yüzeyinde küçük bir kafa derler- bilemezler nasıl bir yumuşak taklalar evrenidir o kapalı ülke...
~~~
Sıcak tut sevgiyi aşk ocağında
Yaşa da olgunlaş gam kucağında
Şu ruhsuz dünyanın şu zül çağında
Olanlar ağlatır güldürmez bizi.
Sözünde durandır yiğitin hası
Sürekli değişen kesintisiz bir akıntı, soğuk ya da sıcak, sıcak ya da soğuk, ama asla ılık değil; onun tutkusu, tümüyle kıyamet anlamında, hayatı kana bular. Yazar burada bir karşıtlık cinneti içinde yüce olanla bayağıyı sürekli kafa kafaya tokuşturur, uyarılmış duyguları tedirginlikten tedirginliğe sürükler. Bu yüzden Dostoyevski'nin romanlarında asla dinlenemeyiz, asla yumuşak ve ritmik bir okumaya kendimizi bırakamayız, asla huzur içinde nefes almamıza izin vermez, sürekli elektriğe tutulmuş gibi sarsılırız, her sayfada daha sıcak, daha yakıcı, daha tedirgin, daha merak uyandırıcıdır onun romanları. Edebi şiddet altında olduğumuz sürece biz de ona benzeriz. O ebedi ikili kişilik, karşıtlığın tahta çarmıhına gerili o insan, tıpkı kendisi ve yarattığı kişiliklerde olduğu gibi Dostoyevski okuyucuda da duygu bütünlüğünü parçalar.
Karşımda duran manzara asla eskimiyordu.
Ve kolumu dahi kıpırdatamadan beni oyuncak bebek gibi
omuzlayıp banyoya taşıdı.
Onu öperken ellerimi saçlarına doladım. Jonas ise bir
goril gibi inliyordu. Tanrım, çıkardığı bu ilkel sese bayılı
yordum. Ben onu öpüp saçlarına asılırken arkamdan suyu
açtı. Sıcak su sırtımdan aşağı dökülüyor, göğüslerimden
akıp gidiyordu. Çaresizce aletine uzanmaya çalışıyordum
ama geri çekildi.
“İzin ver,” dedim ama ıslak vücudundan aşağı kaymak
için cevabını beklemedim.
“Kontrol bende,” dedi katı bir sesle.
Ama onu dinlemiyordum. Önünde eğildim ve aletini
ağzıma aldım. Sıcak su başımdan aşağı boşalırken onu iş
tahla emiyordum. Saçımdan bir parça yakaladı ve ağzımın
içinde daire çizmeye başladı. Sanki onun acı çekmesine sebep oluyormuşum gibi inliyordu. Tanrım, bunu yapmak
beni çok tahrik ediyordu. Ölüyormuş gibi ses çıkarıyordu.
Ama mutluluktan tabii. Aşağı uzanıp kendime dokunmaya, Jonas’ın bana yeni dövmelerini gösterdiğinde yüzündeki ifadeyi düşünmeye başladım.
Titriyor, inliyor ve daha önce hiç olmadığı kadar sert
asılıyordu saçıma. Ama kafa derimde hissettiğim bu küçük rahatsızlıktan şikayetçi değildim. Özellikle de ona kendini bu kadar iyi hissettiriyorken. O kadar azmıştım ki zar zor nefes alıyordum. Kendime dokunmaya, onu emmeye ve
Platonun yanma benim sözlerimi yazdırdığı yeni dövmelerini gözümün önüne getirmeye devam ettim. Bana olan aşkını İngilizce, tüm dünyanın görebilmesi için sonsuza dek derisine kazımıştı.
Ankh: Ebedi yaşamın simgesi.
Djed: Osiris'in omurgasını temsil eden sütun; güç ve denge simgesi.
Tet: Bu muska kol ve bacakları korurdu
Kanatlı bokböceği (scarab): Genellikle göğse yerleştirilen bir yeniden doğuş simgesi.
Shen: Ölümden sonra bedeni bütün tutmak için kullanılan bir tür şerit.
Khefa: Yumruk yapılmış el, insana ölümden sonra güç verit.
Bes: Küstah görünümlü bu cüce tanrı, kadın ve çocuklaru korurdu
Kafa plağı: Başı sıcak tutması için bir büyüyle beraber başın altına yerleştirilirdi.