Yine de, tüm bunlara rağmen, yolculuk etmek yaşamımın gerçek aşkıdır. Her zaman, on altı yaşımdan ve çocuk bakıcılığından biriktirdiğim paralarla Rusya'ya gittiğimden beri, yolculuğun
her bedele ve fedakarlığa değdiğini hissettim. Yolculuğa olan aşkımda, diğer aşklarımda olmadığım kadar sadık ve sabittim. Yolculuğa karşı, tıpkı yeni anne olmuş, mutlu birinin, başa çıkılması imkansız, sancılı, yerinde duramayan yeni doğmuş bebeğine hissettiklerini hissediyorum; tek farkla: Başıma ne getireceğini umursamıyorum. Çünkü ben buna tapıyorum. Çünkü bu bana ait. Çünkü tam olarak bana benziyor. İsterse her yerime kusabilir, umrumda değil.
"En kötüsü, hayır demeyi öğrenemedim. Yemeğe kal, dediler: kaldım. Oysa, kalınmaz. Onlar biraz ısrar ederler; sen biraz nazlanırsın. Sonunda kalkıp gidilir. Her söylenileni ciddiye almak yok mu, şu sözünün eri olmak yok mu; bitirdi, yıktı beni.”
Bu, hayatımın en değişik, en garip anıydı; kim olduğumu bilmiyordum, evimden uzakta ve yol yorgunuydum, daha önce görmediğim ucuz bir otel odasında yatıyordum.