Selam olsun bizden güzel dünyaya
Bahçelerde hâlâ güller açar mı
Selam olsun sonsuz güneşe, aya
Işıklar, gölgeler suda oynar mı
Hepsi güzeldi kar, tipi, fırtına
Günlerin geçişi ardı ardına
Hasretiz bir kanat şakırtısına
Mavi gökte kuşlar yine uçar mı
Uzak, çok uzağız şimdi ışıktan
Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan
Dönmeyen gemiler olduk açıktan
Adımızı soran, arayan var mı
"Nasıl bir bağ?"
"Yansımam..." dedim çekingen bir tavırla. "Benim yansımam neden kayboldu?"
"Siliniyorsun, çünkü aynanın laneti seni de buldu."
"N-Nasıl? Ben..."
"Evet. Önce yansıman silinip suretin kaybolacak. Ardından varlığın... Kimse hatırlamayacak seni. Sonra tıpkı benim gibi hapsolacaksın... Aynalar Diyarı'nda sıkışıp kalacaksın ama üzülme..."
"Neden?"
"Eğer benim gibi ölümsüz olsaydın sonsuz bir ıstırabın içine düşe cektin. En azından ölümlüsün. Kısacık ömrün hızla akıp gidecek ve hayatın orada son bulacak."
Yasin Ünal beyefendi beni engellemiş sanırım... canı sağolsun ! İsabet olmuş....
Yazma eyleminin öyle herkesin harcı olmadığı bir kez daha tescillenmiş oldu... Yazmak edebi bir jargonla ak sayfaya cümleler nakşetmek değil sadece, bir üretim içinde bulunmanın en büyük gıdası hoşgörü nerede kaldı peki ? Hayat dikensiz gül bahçesi değil.... yazıyorsunuz böyle bir iddianız varsa ağır eleştirilere yeri geldiğinde tiye alınmalara bile göğüs germeniz gerekir.... sizin kadar iddialı değilim yazmak konusunda ve hayatın içinde bir üretim ilişkisi içinde olup üreten herkese sonsuz saygım var... size yok ! saygıyı hakettiğinizi düşünüyor musunuz gerçekten.... varsa bir çift sözünüz yorumun altına iliştirseydiniz ve deseydim ki "vay be harbiden mükemmel bir cevap vermiş" sizden bunu beklemek çölde tipi beklemek gibi birşey bunu öğrenmiş olduk...
uzatıp canınızı sıkmak istemem....
nükteli bir yoruma tavrınız hoş değil.. Bundan gayrı naçizane bir okur olarak bana ağzınızla kuş tutsanız yaranamazsınız... Ki evet öyle bir derdiniz olmadığınıda biliyorum...
Biz gene dağlara dönelim
Yalnızlığın katmer katmer bir gül gibi
Patladığı evreni doldurduğu
Mutluluğu coşkuyu sahip olunmuşluğu Şahdamarımızda duyarak
Bir tür uçmağı yaşadığımız
Kırmızı sarı siyah arıları izleyerek
Bir günde bitiveren çiçekleri ayağımızın ucunda
Ansızın farkederek
Yaşamanın çılgınlığını değil ama
Hayatın o uçsuz bucaksız işleyişini
Mezarlardan öte o sonsuz derinliğini
Bir yıldız gibi kayarak karanlıklarda
Bir mızrağın akması gibi hissettiğimiz
Yüzyıllık ağaçların toprağı sarması gibi
O ağaçları incecik ağır çoğul böceklerin oyması gibi
Bir daha güçle duyarak idrak ederek hayatı
Sonra bir anda boşanan yağmur
Ey gök ne kadar gürültün varsa içimize boşalt
çünkü
Belki ancak ihtimal ki sen dindirirsin
Bir kurşunun ete saplanması gibi
Yüreğimize saplanan bu acıyı.