Bir kadın bize çiçekleri sevdiğini söylese ama onları sulamasa, çiçekleri sevdiğine inanmayız. Sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması, gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir. Bu etkin ilginin bulunmadığı yerde sevgi olmaz.
Şu halde sizin bizden hoşlanmamanızın yegâne sebebi fıskınız, vicdansızlığınızdır. Filvaki' dar kafalılar yüksek kafalıları, vicdansızlar vicdanlıları, fasıklar sulehayı sevmezler ve onları iz'aç etmek için ellerinden geleni yaparlar. Ellerinden gelse bir yudum suda boğmak isterler. Ekâbirin kıymeti de bunlara tahammül ve mücahede eylemektir. Demek oluyor ki bu âyet ehli kitaba cevap verirken evvel emirde müslümanlara bir derstir. (...) Yoksa Yehud ve Nasarânın fıskına iştirak edip de onlara kendini beğendirmeye çalışmak veya onlara galebe ümidini beslemek hem hakka iftira ve hem kendini terzil etmektir.
Öyle bir kavm ki mü'minlere karşı mütezellil yani mütevazı, refik ve merhametli, kafirlere karşı izzetli, satvetli fî sebilillah mücahede ederler, levm edenin levminden korkmazlar, yani hem cihad ederler hem de dinlerinde pek salâbetlidirler. İfayı vazife etmek lazım geldiğini gördüler mi, münafıklar gibi şunun bunun hatırına gönlüne bakmaz (...) vazifelerini yaparlar.
Kral:
Neden hep kara bulutlar gibisin böyle?
Hamlet:
Hiç de değil, efendimiz, güneşin yanı başındayım.
KRALİÇE:
Canım Hamlet, at üstünden bu gece karanlığını,
Biraz da sevgiyle bak Danimarka'ya.
Gözlerin hep böyle çevrilip yere
Toprakta aramasın değerli babanı.
Her yaşayan ölür, sonsuzluk hepimizin sonu, Olağan bir şey bu.
HAMLET:
Evet,
“Sen de İbrahim gibi kendi İsmail'ini getirmelisin Mina'ya. Senin İsmail'in kim? Ancak sen bilebilirsin, başkası değil. Belki eşin, işin, yeteneğin, gücün, cinsiyetin, statün vs. Ne olduğunu bilmiyorum, ama İbrahim'in İsmail'i sevdiği kadar sevdiğin bir şey olmalı.”
(Ali Şeriati)
Yukarıdaki satırların yazarı Ali Şeriati ile üniversite yıllarında