Felsefeci, Tin'i Dünya-tarihi sahnesinde gösteriye koymaya giriştiğinde tiyatro yönetmeni ya da yapımcısının rolünü üstlenir -Tin'in suç ortağı olarak oyunun sonunu çoktan bilen ferasetli adam rolü. Ya da sutradhara'yı, yani öykü akışını yöneten kişiyi oynayabilir; Sanskrit tiyatrosunda viduşaka, yani soytarı da olabilir bu. Eğer bu tiyatro Tin'in dünyadaki temsilini hem eğlendce olsun diye hem de Tin'in neler başarmış olduğunu değerlendirmek için sahneye konuyorsa, kimin söylediğine bağlı olarak prolog bir fark yaratabilir. Perde kalktığında sahnede ilk gördükleri figürün kim olduğunu saptama işini seyircilerime ve okurlarıma bırakıyorum. Tarih felsefecisi midir o, yoksa tarihin bir maskarası mı?
Türklerin Üç Gayesi
Türklerin, İslâm aleminde üç türlü siyasetleri olduğu istihraç olunabilir. 1. İslâm aleminin hakiki hakimi, yani dinî ve siyasi reisi olmak. (halifelik) Türkler, İslâm ile müşerref oldukları andan itibaren daima İslâm'ın koruyucusu, kuvveti ve kudreti durumunda bulunmuş ve İslâm'ın yükseliş ve satvetine tek dayanak haline gelmiştir. Bu sebeple, Orta Şark'ta kurulan Türk devletlerini idare eden bütün Türk sülalelerinin tek hedefi halifelik makamı olmuş ve bu siyasetlerini, zor'a değil, yumuşak ve sevdirmek esasına, daha doğru tabiri ile sıhriyet esasına bina etmek istemişlerdir. 2. Garb'a doğru yürüyerek, bir zamanlar cihanın tek hakimi Roma imparatorluğuna, Diyar-ı-Rum'a sahip olmak; İstanbul'u fethetmek. Türkler, fiili olarak İslâm'ın başına geçmişler ve bu sıfa- tın alemdarlığını da İstanbul'u fethederek tarsîn etmişlerdir. Zira İstanbul'da, Hristiyanların mukaddes şehrinde bir daha taht'a oturan Sultan Mehmed Han, takip ettiği siyaseti ile bu hususu bilfiil gerçekleştirmiş ve Osmanlı İmparatorluğunun temel prensibi haline sokmuştur. 3. Hindistan'a doğru yürümek, cihanın en zengin hazinesi olan bu efsanevî kıtayı taht-ı idaresine almak. Türklerin, bu üç tarz-ı siyasetlerinden hilafet siyaseti, Şark meselesine doğrudan doğruya dahil değil ise de, İstanbul'a yürümek, Şarki Roma imparatorluğunun merkezini fethetmek ve böylece bu imparatorluğa sahip olmak gayeleri ve Hindistan'a hakim olmak emeli Şark meselesinin belli başlı unsurlarındandır.
Reklam
Kentte
"İstanbul" adı, kentin Bizanslı sakinleri tarafından 10. yüzyıldan beri kullanılagelen ve Grekçede "kentte" anlamındaki "eis tin polin" kelimesinden gelir.
Aslında tin kitleyi asla harekete geçirmez ve asla fikirler kitlede kararlılık kazanmaz, kitle tini kabul edemez, fikirlerin tini işlemesine de katlanamaz, kitlenin derinlikleri ölüdür ve buz tutmuştur, kitlenin gecesi ışığa baskın çıkar, Tarih, insanın boş bir laf olduğu bu zamandışı denizin enginliği boyunca kayacaktır. Yüzsüz gölgeler arasında kurtuluştan söz eden de kim? İlerlemeden kim söz eder? Aşmadan kim söz eder? Çünkü insanlığın kurtuluşunun anlamı yoktur, ilerleme nereyi ısıracağını bilemez ve aş­ ma daha başlark n son nefesini verecektir.
Sayfa 73
Tarih boyunca insan kendisini bir anlamda doğadan soyutlar, ama böylelikle doğayla daha derin bir ilişki, daha yüksek bir birlik kurar. İnsan doğaya ait sınırlı bir varlıktır; ama bir bütünmüş gibi davranır, etkin bir özne haline gelir, kendini konsolide etmeye ve yüceltmeye uğraşan kendiliğinden Yaşam olmaya girişir -kendisine sınırsız olanaklar açan sınırlı bir varlık olur- insan kendisini daha üst bir varoluş düzeyine taşımaya ve başlangıç noktasını aşmaya kadirdir. İnsan, durmadan başlangıç noktasına geri dönüp onu gittikçe daha yüksek bir düzeye çıkaran bir harekettir; kendi oluşunu içinde taşıyan ve adım adım hâkimiyet altına alan bir varlıktır. Sınırlılığı ve soyutluğu giderek bir güce dönüşür; insanın en sınırlı yönü -soyut anlak, yani nesneleri ve anları, araçları ve kavramları ayırarak sabitleme kapasitesi-, tam da bu artan gücün dayanağı haline gelir. İnsanın bilinci, hem insanın şeyler üzerindeki gücünü hem de sınırlılığını ifade eder; çünkü bu bilinç ancak ve ancak, soyutlama ve mantık dolayımıyla ve de doğaya yabancı olan teorik insanın zihninde ortaya çıkar. Dolayısıyla bilinç insanın hem sınırlılığının hem de sınırsızlığının ifadesidir. İşte insanın iç çelişkisi budur ve bu çelişki insanı sürekli derinleşmeye ve kendini aşmaya zorlar, insanın dramı ve ıstırabı kadar görkemi de buradadır. Sınırlılığın içinden insan, belirlenmiş, insani bir sınırsızlık çıkartır; bu sınırsızlık doğal varoluşun belirlenmemişliğini kuşatır, özgürleştirir ve aşar. Bu belirlenmiş sınırsızlığa, insan gücü, bilgi, eylem, aşk, Tin, ya da kısaca insani olan denebilir.
Roma Uygarlığı
Hem siyaset, hem de kentçilik açısından değerlendirildiğinde Roma nelerden kaçınılması gerektiği konusunda bir örnek olma özelliği- ni hâlâ koruyor. Roma tarihi, hayat yanlış yönde seyrettiği zaman in- sanı uyarıcı bir dizi klasik tehlike sinyali sunar. Nerede insanlar boğucu kalabalıklar halinde bir aradaysa, nerede kiralar fahiş biçimde yükselir ve barınma koşulları kötüleşirse, nerede uzak toprakların tek ta- raflı sömürüsü yakın çevrede denge ve uyuma ulaşmaya yönelik bas- kıyı ortadan kaldırırsa, orada Roma binalarının geçmiş örnekleri, san- ki bugün geri gelmiş gibi, neredeyse otomatik olarak yeniden ortaya çıkar: Arena, çok katlı kira evleri, kitlesel müsabaka ve gösteriler, futbol maçları, uluslararası güzellik yarışmaları, reklamlar sayesinde her yerde görünür hale gelen striptiz, duyuların seks, içki ve şiddet yoluyla sürekli uyarılması - hepsi de tam anlamıyla Roma tarzında. Aynı şekilde hamamların çoğaltılması, geniş asfalt otoyollarına yapılan aşırı harcamalar ve her şeyden önemlisi de, büyük teknik donanımlarla icra edilen son derece kısa ömürlü şeylere gösterilen yoğun kolektif ilgi de bu Roma tarzına uygundur. Ahlâkı bozuk iktidarın büyümesi ve haya- tın küçülmesi sonun yakın olduğunun habercisidir. Bu belirtiler çoğaldığı zaman Nekropolis yakında demektir, henüz tek bir taş devrilme- miş olsa bile. Zira barbarlar çoktan kenti içeriden ele geçirmiştir. Cel- latlar gelin! Gelin akbabalar!
Sayfa 304Kitabı okudu
Reklam
182 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.