Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Şeyma Öztürk

Şeyma Öztürk
@tuhafbirkiz
“Beni hor görme kardeşim Sen altınsın ben tunç muyum? Aynı vardan var olmuşuz Sen gümüşsün ben sac mıyım?” {Âşık Veysel}
“İnsan nelere alışmaz ki… Zaten hayat dediğimiz bu kapalı dairenin asıl mucizesi, bu alışmak değil miydi? En sevdiğimiz mahlukları bile kaybetmeye alışmıyor muyuz? Günlerce, aylarca, senelerce görmemeye, mutlak, kati bir gurbet içinde yaşamaya alışmıyor muyuz?”
Sayfa 35 - Dergâh Yayınları, 1.baskı, 2023.Kitabı okudu
Reklam
“Eşyanın sükûneti, değişmez manzarası onun için hayatta bir teselli ve zevk kaynağıydı. Bir insan, en yakınımız bile, çarçabuk değişebilirdi. Fakat eşya, dalgın ve daüssılalı uykularında hep aynı kalırlardı. Bir saksının, bir sedirin, bir masanın, bir duvar veya kapının değişmesi imkânsızdı. Eşyanın açık, dost, her zaman için güvenilir çehreleri!.. Fakat acaba gerçekten onlar değişmez miydi?”
Sayfa 20 - Dergâh Yayınları, 1.baskı, 2023.Kitabı okudu
278 syf.
8/10 puan verdi
·
9 saatte okudu
İstanbul Geceleri
İstanbul GeceleriSamiha Ayverdi
8.5/10 · 141 okunma

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
“Beyoğlu’nun kırk sene evvelki halini yazmaya ne diye özenmeli? O, eskiden de bizim değildi; şimdi de öyle. O, eskiden de havasını alıp suyunu içtiği bu toprağı küçümserdi, şimdi de öyle. O, eskiden de âdetleri, zevkleri, görüşleri, görünüşleri, hulâsa bir sıra hayat îcapları ile bize benzemezdi; şimdi de öyle. O, kapitülasyonlarına, bankerlerine, masonlarına, levantenlerine, çeşitli dillerine, barlarına, meyhânelerine, umumhânelerine, bir kelime ile garp taklitçiliğine yaslanarak İstanbul’a dudak bükerek tepeden bakıyordu; şimdi de öyle.”
Sayfa 159 - Kubbealtı Neşriyât, 12.baskı, 2021.Kitabı okudu
Git kahvesi :)
“İstanbul’da çok oturan misâfirlere vaktin geciktiğini zarâfetle hatırlatmak için, ev sâhibi tarafından bir de ‘git kahvesi’ ikram etmek âdeti olduğunu unuttum galiba.”
Sayfa 139 - Kubbealtı Neşriyât, 12.baskı, 2021.Kitabı okudu
Reklam
“Şâyet ev bark sahibi olan genç kız, orta halli veya daha mütevâzı bir âileden çıkmışsa, bu takdirde düğünün ertesi günü, evinin bütün umûru ile alâkalanmak boynunun borcu idi. Eğer, gelin geldiği evde ihtiyar bir baba, ya da bir büyük baba varsa, onlar bu tâze geline ufak tefek iş buyurmasını ne de severlerdi. Geline sigaralarını sardırırlar, gelinin elinden kahvelerini isterler. Şamdanlarının mumunu gelin tâzeler, tespihleri koparsa gelin dizerdi. Hulâsa evlerine gençlik, güzellik, neşe ve sıhhat getiren bu körpe vücut, isterlerdi ki hep karşılarında salınıp gezsin… Hele kendilerini yetmiş seksen sene evveline götürüp tekrar çocuklaşabilmelerine vesîle olan bir gül yüzlü torun, bu tâze gelinin en mübârek hüneri ve bereketi idi.”
Sayfa 137 - Kubbealtı Neşriyât, 12.baskı, 2021.Kitabı okudu
“Düğünlerde koltuk merasimlerinden sonra para serpmek, o zamanlar bana güveyinin zarif bir hîlesi imiş gibi gelirdi. Zîra kocasını kapıdan karşılayan telli duvaklı gelinle, heyecandan basacağı yeri görmez olmuş dâmâdı seyretmek, düğünün, kaçırılmaması mûtat olan en belli başlı sahnesi idi. Merâsimin bu kısmına o kadar ehemmiyet verilirdi ki, bâzen vaktinde yetişmeyen hısım akrabânın görmesi için koltuk geciktirilir; bâzen de ikinci bir koltuk yapılırdı. Kadınlara mahsus bir eğlence imtiyâzı olan düğünler, hele koltuk yapıldığı sıralarda öyle kalabalıklaşır, gelinle güveyinin geçeceği yer o kadar daralırdı ki, genç karısını gelin odasına bırakıp çekilen delikanlının, izdihâmı yarıp geri dönebilmesi için, behemahal günün havasına uygun zarif bir bahâneye, bir hîleye başvurması lazımdı. İşte bu yüzden o da, etrâfına avuç avuç çil paralar serperek kalabalığı neşeli bir yarışa sevkedip, izdihâmın içinden selâmetle çıkmanın tek çâresine başvururdu. Ammâ genç adam , yanılır da serpeceği paraları uzağa fırlatmazsa, bu defa çil kuruşları, ikilikleri toplamak için yerr atılanlar, yolunu büsbütün tıkar ve zavallı genç, muhasara kalkıncaya kadar olduğu yerde kalır, geçemezdi.”
Sayfa 136 - Kubbealtı Neşriyât, 12.baskı, 2021.Kitabı okudu
“Ya düğünler, dernekler? Henüz başı bağlanmamış genç kız, mahallesinde bir düğün olduğunu duyunca, küçük yüreğini bir telâştır alırdı. Kadın kadıncık annesi de bunu anlamaz olmazdı ammâ, ‘Dâvetsiz düğüne börekçilerle çörekçiler gider; öğleden sonra geline bakarız,’ diye tâ sabahtan düğün evini boylamak isteyen kızını yatıştırır, hakîkaten de yemeklerini yiyip evlerini kıvraladıktan sonra, etrâfı simitçiler, susam helvacılar, leblebi ve mâcuncularla çevrili ve önünde çocukların kaynaşıp, kapısında mahalle bekçisinin durduğu düğün evine giderlerdi. Dâvetli olsun dâvetsiz olsun, geline bakmak herkesin hakkı idi. Bu hak, sular kararıncaya kadar devam eder, ancak hısım akrabâ ve dâvetliler güveyi yemeğine kalır, yatsıdan sonra da şerbetler içilip, güveyi, büyüklerinin ellerini öperek gelinin yanına girmesiyle düğün bitmiş olurdu.”
Sayfa 130 - Kubbealtı Neşriyât, 12.baskı, 2021.Kitabı okudu
“Aminlerle güvey koymak, besmele ile mektebe başlamak fenâ mı idi? Fenâ mı idi o ana sevgisi, baba saygısı ki, hayat boyunca insâfı, fedâkârlığı hasbîliği geliştirir, selâmete yol açar, muhâtaraları önler, doğruluğun temel taşını örerdi? Fenâ mı idi, hîleden elini, haramdan eteğini, yalandan dilini, kötüden gözünü, fuzulden kulağını bağlamak ahdı ile san’at ve meslek hayatına adım atış fenâ mı idi? En yüksek, en ileri cemiyetlerin bile sırasında âzâde olmadıkları kötülükleri, devamli bir murâkabe ile uyanık bekleyen bir güçlü kuvvetli nizam, hastalığı yenmek gayretiyle çalışan uzviyet gibi, herhangi bir uygunsuzluğu derhal farkedip tedbir alır ve az zamanda ortadan kaldırırdı. Nasıl peteğin içinde ölen arı, arkadaşları tarafından derhal mumlanıp tefessühüne meydan verilmezse, tedbirli ve uyanık duran cemiyet de, yakaladığı en küçük hatâyı tecrit eder veya temizlerdi.”
Sayfa 126 - Kubbealtı Neşriyât, 12.baskı, 2021.Kitabı okudu
“Başını sokacak dam altı bulamayan kimsesizler, rahat ve mesut dam altlarını, haylazlıkları yüzünden cehenneme çevirip kapı dışarı edilmiş kişizâdeler, işi gücü dalgacılığa vurmuş şehir uşakları, gününün nafakasını el cebinden çırpıştırıp, kırpıntı yataklarında yeni mârifetler tasarlayan serseriler, gece yarılarına kadar meyhâneden meyhâneye sürüklenip evinin kapısını çalmaya cesâret edemeyen ayyaşlarla yükünü tutmuş olan Tavukpazarı, şehrin hazın cihâzı imiş gibi, bütün bu uygunsuz kalabalığı içinde eritmeye çalışırdı.”
Sayfa 111 - Kubbealtı Neşriyât, 12.baskı, 2021.Kitabı okudu
Reklam
“Hangi ev, muharrem ayının içinde kaynattığı aştan komşusuna göndermezdi? Bahçesinde meyve olur, komşu hakkı der gönderir; çiçek açar, göz hakkı der gönderir; doğum olur, sürâhi sürâhi şerbetler, gene eşin ve dostun ağzını tatlandırırdı. Fakat iyi gününde olduğu gibi, acı gününde de komşuyu kayırmak hem borç, hem de zevkli bir ibâdet hükmünde idi. ‘Komşusu açken tıka basa doyan adam mümin sayılmaz’ hadîsi, o zamanlar müşkülde olana el uzatmak ve bağlılık keyfiyetini her nevi sosyal yardım teşkîlâtını gölgede bırakacak bir hükümle kökünden halletmiş değil miydi?”
Sayfa 105 - Kubbealtı Neşriyât, 12.baskı, 2021.Kitabı okudu
“Türk evlerinin esas vakfı olan temizlik, kıvraklık ve hamaratlıkta müşterek olmayan kadın yok gibi idi. Pek ender olarak rastlanan pasaklılar ve tembeller ise ‘dört etekli, sünepe’ damgası yiyerek, cemiyetin umûmî istihfâfı ortasında tecrit edilir, kocadan veya babadan yana îtibarlı da olsa, şahsî notu her yerde ve her zaman düşük olurdu. Öyle ki, eşinin dostunun, hattâ akrabâ ve taallukâtının, bu zavallı hakkında vardığı teşhis, verdiği hüküm dâima aleyhine olur; bir gün, evinin işini yüz üstü bırakıp sabah kahvesine gittiği söylenir, bir başka gün, tencereyi ateşte unutup çatır çatır yaktığı iddia edilir, kâh çocuğunun yırtık çorabı dile dolanarak, iğneye iplik geçirmediği, kâh gülüp söylemekten başka bir şey bilmediği ile alay edilir ve her zaman da kocasına, iki yakası bir araya gelmeyeceği için acınırdı. Böylece de, kadınlar âleminin mahkûm ettiği ‘dört etekli’ den her kim bahsedecek olsa, aynı tembellik kendisine de bulaşmasın diye yakasının ucuna, ya da parmaklarını bir araya toplayarak ayrı ayrı iki elinin tırnaklarına tükürür gibi yaparak: ‘Tû… tû… evlerden ırak!’ denmek ve yeni yetişen kızlara bir ibret levhası olarak gösterilmek âdetti.”
Sayfa 103 - Kubbealtı Neşriyât, 12.baskı, 2021.Kitabı okudu
“Birbirlerine toslayacakmış gibi baş başa eğilmiş dar sokaklı evlerin, kadın başlarına, nâmahreme görünmeden bu daracık sokağı gözleyebilmek iznini veren cumbaları vardı ki, göğüslerini dışarı doğru geren bu cumbaların üstüne ya evin kedisi çıkar, ya kuş kafesleri asılır, ya da güneşlenmesi için çiçek saksıları konurdu. Bu evlerin çoğunun kapılarında hâlâ eski zaman işi, iri pirinç veya demir halkalar, tokmaklar bulunur ve bir kimse geldi mi, ‘kapı çalınıyor’ denmez, ‘kapı vuruluyor’ denirdi. Bu vurulan kapılar açılmadan evvel de, içeriden ince bir sesin: -Kim o? Diye sorması muhakkak beklenirdi. Bu mûtat mahalle arası nakarâtı ile hüviyeti tahkik edilen kimseye gelince, mevkiine, yaşına, terbiyesine göre ciddî, yumuşak, ricâkâr ya da ifâdesiz bir ‘aç!’ emri ile ev sâhibine kapıyı açtırırdı. Şâyet bu evlerden tamir görmüş veyâhut otuz kırk sene evvel yapılmış olanlar varsa, kapılarında tokmak ve halkalar yerine, üstlerinde Frenkçe ‘tournez’ emri yazılı dönme ziller bulunurdu.”
Sayfa 102 - Kubbealtı Neşriyât, 12.baskı, 2021.Kitabı okudu
“Mâzî, eğer ambarda yıllandırılmış bir tohum gibi, hal tarlasına ekilmezse, ondan ne çoğalmak, ne de istifâde beklenebilirdi. Bizim yanlışımız da buydu işte. Bir zümre, yalnız geçmiş ile nafakalanmak, onu karanlık ve küflü bir mahzende muhâfaza etmek tarafını tutuyor, bir başka zümre ise bu tohumu topyekûn çöplüğe devirmek ve çeşnisine yabancı olduğumuz bir başka tohumu elde etmek iddiasını kuruyordu. Ne çâre ki mâzîyi hâle aşılamak ve bu izdivâcın tâze mahsullerini devşirmek teşhîsine kimse yanaşmıyor ve böylece de koskoca bir târih, iki arada kalan evlâtlar perîşanlığı ile heder olup gidiyordu.”
Sayfa 82 - Kubbealtı Neşriyât, 12.baskı, 2021.Kitabı okudu
248 syf.
5/10 puan verdi
Tabancalı Kız
Tabancalı KızMurat Menteş
8.7/10 · 594 okunma
7,9bin öğeden 46 ile 60 arasındakiler gösteriliyor.