Müslümanlık onun gözünde mantık, muhakeme, bilim ve bilgiyle uyumluluk içinde “doğal bir din”di. “Milletin kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançer” olan yobazlığa bütün gücüyle karşıydı. Çağdaş bir görünüşün Müslümanlığa aykırı olduğunu ileri sürenleri azarlıyordu. Camilerde cuma günü verilen vaazların bilim kurallarına uygun olması gerekliydi; vaizler uygarlık dünyasının siyasi ve sosyal koşullarını yakından izlemek zorundaydılar. Bundan sonra vaazlar, halkın anlayabilmesi için, eski bir ölü dille değil, Türkçe olarak verilecekti. Atatürk, Lord Kinross
Halifeliğin durumuna gelince , bilim ve tekniğin aydınlığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç kabul edilmekten başka bir yanı kalmış mıdır?
Reklam
Ve üçüncü itiraz: "Uygarlık" gibi, "uygarlığın doğuşu" gibi sözlerden, sanki uygarlık iyi bir şeymiş, kabile avcı/yiyecek toplayıcıları mutsuzmuş, son 13.000 yıldır tarihin gelişimi insanın mutluluğuna büyük katkılarda bulunmuş, anlamı çıkmıyor mu? Aslında ben sanayileşmiş toplumların avcı/yiyecek toplayıcı kabilelerden “daha iyi” olduğu, ya da avcı/yiyecek toplayıcı toplumlara özgü hayat tarzını bırakıp demire dayalı devlet olma aşamasına geçmenin “gelişme"yi temsil ettiği, ya da insanların mutluluğuna katkıda bulunduğu gibi bir varsayımda bulunmuyorum. Hayatını Amerika Birleşik Devletleri kentleriyle Yeni Gine köyleri arasında geçirmiş biri olarak benim izlenimime göre uygarlığın sözüm ona nimetleri var da, yok da. Örneğin, avcı/yiyecek toplayıcı toplumların üyeleriyle karşılaştırıldığında günümüz sanayi ülkelerinin vatandaşları daha iyi sağlık hizmeti alıyorlar, onlar için cinayetten ölme tehlikesi daha az, daha uzun yaşama şansları var ama öte yandan eş-dost ve büyük aile dayanışması gibi toplumsal desteklerden çok az yararlanıyorlar. İnsan topluluklarındaki bu coğrafi farklılıkları incelememin nedeni belirli bir insan topluluğunu bir başkasıyla karşılaştırıp onu göklere çıkarmak değil, yalnızca tarihte nelerin olup bittiğini anlamak.
Halifeliğin durumuna gelince , bilim ve tekniğin aydınlığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç kabul edilmekten başka bir yanı kalmış mıdır?
Sonra Osmanlı hanedan ve saltanatının devam ettirilmesine çalışmak elbette, Türk halkına karşı en büyük kötülüğü yapmaktı. Çünkü ulus her türlü özveriyi göstererek bağımsızlığını sağlasa da, saltanat devam ettiği sürece, bu bağımsızlığa kazanılmış gözüyle bakılamazdı. Artık vatanla, ulusla hiçbir vicdan ve düşünce bağı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve ulusun bağımsızlığının, onurunun koruyucusu konumunda bulundurulmasına nasıl göz yumulabilirdi? Halifeliğe gelince, bilim ve tekniğin aydınlığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç kabul edilmekten başka bir yanı kalmış mıydı? Görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulamasını sağlayabilmek için henüz ulusun alışmadığı bazı konulara değinmek gerekiyordu. Kamuoyu bakımından ortaya atılmasında büyük sakıncalar doğuracağı sanılan hususların dile getirilmesinde kaçınılmaz bir zorunluluk vardı. Osmanlı hükümetine, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine başkaldırmak, bütün ulusu ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu.
Dinlerin başlangıçta sınıflaşmaya önderlik eden ileri bir rol oynamaları da buradan gelir. Kabilelerin birbirlerine baskın yapıp, birbirlerinin malını davarını götürdükleri ve birbirlerini öldürdükleri anarşi çağından, savaşta üstte kalanın diğerini öldürmeyip köleleştirdiği hukuk ve devlet çağına geçilmesi, yine de bir ilerlemedir. Uygarlık adı verilen bu ilerleme; din, felsefe, bilim ve sanatla birlikte aydının doğuşuna da neden olmuştur. Dinlerin başlangıçtaki bu ileri işlevlerini, insan düşüncesinde bir sıçramaya eşlik etmelerinden de anlayabiliriz. Din, soyut düşüncenin başlangıcıdır; bu anlamda felsefe ve bilimin de başlangıcıdır.2 Din, aynı zamanda soyut düşüncenin prangasıdır, zinciridir. Dün ileri olan, daha sonra geriliğin eksenini oluşturmuştur. Diyalektik!
Reklam
968 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.