"Her ölüm dünyada bir çatlak açar- bir boşluk bırakıp öyle gider her kişi: öteki kişiler de, şimdi, o çatlağı kapatmakla, o boşluğu doldurmakla görevlendirilmiş hissederler kendilerini.."
“Size Tinuviel’in öyküsünü anlatacağım,” dedi Yolgezer, “kısaca, çünkü bu sonu bilinmeyen uzun bir öyküdür ve artık Elrond’dan başka bu öyküyü eskiden anlatıldığı gibi, doğru dürüst hatırlayan kimse kalmadı. Bütün Orta Dünya öyküleri gibi güzel ama acık bir öyküdür, yine de içinizi açabilir.” Bir süre sessiz kaldı; sonra konuşmaya değil, yavaş
Ona göre, ben ölmeden önce içinde oturmak için kendime bir tabut ısmarlıyordum. Ama onu suçlayamıyorum, çünkü benim kim olduğumu anlama çabalarımın ve varlığımın tüm anlamının, sadece geçmişimle değil, geleceğimle ilgili olasılıkları ve sadece nereden geldiğimi değil, nereye gittiğimi de bilmekten geçtiğini bir türlü anlayamıyor. Labirentin sonunda ölüm olduğunu bilmemize rağmen (ve bu benim her zaman bildiğim bir şey değildi – çok değil, kısa bir süre önce içimdeki ergen, ölümün sadece yaşlı insanlara geldiğini düşünüyordu), şimdi beni ben yapan yolun, labirentte tutturduğum o yol olduğunu görüyorum. Ben bir nesne değil, – pek çok var olma şekli arasında – bir var olma şekliyim ve hangi yolları takip ettiğimi ve hangilerini bıraktığımı bilmek, benim ne olmakta olduğumu anlamama yardımcı olacak.
Ustam;
Aklım firarda.
Göz bebeklerimde müebbet hüzün,
Dilimde ay kesiği bir yara,
Düşüm kırık dökük,
Umudumun boynu bükük,
Bir öksüzün omuzlarında sükût.
Yüreğim sana emanet sıkı tut.
Önceleri, bana gülüyorlar, cehaletimden ve yavanlığımdan dolayı beni küçük görüyorlardı; şimdi de, bilgimden ve kavrama yeteneğimden ötürü benden nefret ediyorlardı. Neden?
Tanrı aşkına, bunlar benden ne istiyorlardı?
Karşı karşıya kaldığımızda bir aynaya bakıyordum sanki. Aynada insan dış görünüşünü görür ama ben onda ruhumu görmüştüm. Halbuki çok farklıydık. Karşımdaki kız çok kırılgandı, insanların ufak bir sözüne inanabilir daha sonrasında paramparça olabilirdi. Kendini toparlayamazdı ve destek beklerdi. Ve etrafımdaki kişiler ona odaklanmışken, ben yine
Deprem zamanında aile apartmanının çatılı park ve oturma yerinde 9-10 aile birlikte kalmıştık. O durumda ve o kadar zamana rağmen bizleri ev sahibi, kendilerini hâlâ misafir sanan bazı dayımgiller vardı. Bu farkı rahatsızlık olarak algılamayın. Fazla rahatlıktan geliyordu.
6-7 ay geçince bazıları evlerine geçti, evi yıkılanlar da çatı altında
Ne çocuklarımız, ne torunlarımız bakır mutfak eşyalarını tanımıyor.
O kalaylı tasları, tencereleri, tavaları.
Hiçbiri kalaylı bir maşrabadan kaynak suyu içmedi.
Bakır eşyalar onlar için artık bir aksesuar, bir süs unsuru. Oysa vaktiyle o tavalar, o tencereler kimlerin elinden geçti.
Kaç gelinin, kaç dedenin, kaç babaannenin bir ömrü dolduran
Mustafa Sabri Efendi söz Ferid Vecdi'ye gelince şöyle dedi: "Yahu şu Ferid Vecdi Bey ne hâle gelmiş! Makalesinde bana cevap vererek, benimle alay ederek yazısına başlıyor: Ezher hocalarını korkuttu, beni de korkutacağını zannetti, diyor. Makalesinin hülâsaı şu: "Bugün Garp'ta bir modern ilim çıktı. Sultasını dinlerin üzerinde gezdirdi. Dinler ona karşı duramaz hâle geldiler. Dinleri evham ve hurafat çukuruna attı. Şark dünyasıyla münasebet kurunca, onlarda aynı kanaati benimsediler." Şimdi Ferid Bey bunları yazıyor. Ben de biliyorum ki, bizimkilerde kendi dinleri için bu kanaate varıp inançlarını kaybettiler. Ama gizli fikirlerini içlerinde sakladılar. Benim yazdıklarım, işte bu gibilerin içyüzlerini ortaya çıkarmak içindir. Onların da benden korkmaları bundandır. Ferid Vecdi, Ezher'in başına geçince, Ezher mecmuasının adını, "Nuru'l İslâm" iken "mecelletü'l-Ezher"e çevirdi. İslâm'ın nuru gitti...
Sayfa 64 - 2.Kısım, (Kahire, Ezher'de Okuduğum Yıllar), -Şeyhü'l-İslâm Mustafa Sabri Efendi-, Gizli Fikirler, Kaynak YayınlarıKitabı okudu