Köyleri, şehirleri, doğayı, bilhassa insanı ve insanlık hâllerini John Berger kadar derinden gözlemleyip yüreğinin şefkat tülünden geçirerek anlatan (bildiğim) çok az yazar var. Serinin ilk iki kitabı gibi Leylak ve Bayrak da, babasının ölüm döşeğinde Sucus'a verdiği, sapı Ren geyiği boynuzundan işlenmiş bıçak kadar zarif ve keskin...
"Platformdaki insanlar trenin gelmesini bekliyorlardı. Yukarıda sokaklarda kış hüküm sürmekteydi, kadınlar, erkekler paltolu ve eldivenliydiler. Bazıları gazete okuyor, bazıları kulaklıktan gelen ritme göre bacaklarını sallıyorlardı. Çoğu da demiryolunun karşısındaki platformda durup kendilerini evlerine götürecek olan aksi yönden gelecek treni bekleyen öbür insanlara boş boş bakıyordu. Her akşam aynı şey.
Yüzleri hüzünlüydü. Sabırlarını yitirmemişlerdi ama, gönüllerini yitirmişlerdi. Belki, uzaktaki banliyölerde trenden inip ağaçlarla çevrili evlerinin ön pencerelerindeki ışığın yandığını görünce, gönlün ışığı da geri geliyordur."
Pencerede ışığın yandığı ya da yanmadığı, birbirinden farklı onlarca eve dönüş hikâyesi yazdırdı zihnimde...
Bir de... insanlar boş boş (bile) bakmıyor artık birbirine diye düşündürdü. Tek tük birkaç kişi dışında telefon ekranlarına bakıyorlar hep ifadesiz gözlerle. Yüzlerinde hüzün de yok.
Çıx qatar yoluna bahar gələndə,
Mən sənə çiçəkli bahar göndərim.
Vüsal meyvəsindən dada bilmədik,
Sənə hər meyvədən nübar göndərim...
Çıx qatar yoluna payız olanda,
Uçan durnalarla salam yetirim.
Çıx qatar yoluna qaş qaralanda,
O qərib axşamı, qəmi itirim…
Çıx qatar yoluna külək əsəndə,
Dağılan saçını darayım sənin.
Çıx qatar yoluna, səni itirsəm,
Bilim ki, mən harda arayım səni...
Çıx qatar yoluna yağış yağanda
Başının üstündə çətir tutaram.
Çıx qatar yoluna, elə özüm də
Mənzilə yetməyən qərib qataram...
Çıx qatar yoluna hər axşam, səhər,
Çıx qatar yoluna, məni qarşıla.
Bəlkə bir ömürlük çəkdi bu səfər,
Mən gələ bilmədim, məni bağışla...
Baba Vəziroğlu
"Aslında ne tenha bir yer burası. Bir söz, bir hakikat bütün dünyayı, milyarları dolaşıyor da ne bir sahip, ne bir göğüs kafesi buluyor sığınıp saklanacak. Ne tenha bir yer burası, bir acı, goygoycudan, bir dert, kendi derdini unutmak isteyenden, bir düşünce, kendi düşüncesini sağlamlaştırmak isteyenden, bir hakiki söz, onu sade ezberine almak ve heybesine kendinin olarak katmak isteyenden başkasına rast gelemiyor. Aramak, sahibini aramak ve onu teselli etmek için değil, bulup rast gelip kendine mal etmek için bir gayrette olmaya hitap ediyor. Bunca doğan, söyleyen ıssızlığını ve yalnızlığını alamıyor toprağın; kabirler de, ah kabirler de olmasa, dünyanın tutunacak tek taşı da olmasa daha da kayardı her şey muhtemelen."
insan... evrende bir biçimde yer bulmuş varlıklardan bir varlık olmakla yetinemeyen; yitirdiği cenneti ararken yeryüzünü cehenneme çeviren; elinin erdiği yeri zarar ziyanda bırakan; insan kurban eden atalarını yererken sapan ve kılıç yerine başka silahlar, kurban ritüellerinin yerine binbir türlü savaş icat eden; bireysel ya da toplumsal, yek diğerinin acısından kendi oyalanmasına malzeme çıkaran; çiçeği dalından koparıp orta sehpaya, balığı denizinden ayırıp tavaya kondurunca seven; bu hayatta ettikleri yetmemiş gibi bir öbür hayat daha düşleyen; düşüne güvenemeyince ölümsüzlük peşine düşen; bu hâli dert edinene de deli muamelesi eden... bir garip mahlukatız işte; ki hiçbirimiz insanlık hâlinden vareste değil. ve hakikaten tenha bir yer burası. iyi ki ölümsüz filan değiliz de dünya tek tek veya topluca her birimizi silkeler bir gün üzerinden.
"Toplum, Söz bağıyla kenetlenir, ama logos'un, söylenebilenin alanı daima söylenemeyenin girdabında döner durur ve tüm çabalarımız ve mücadelelerimiz bu gizemli girdaba dairdir. Esas sadakatimiz söylenemez olanadır."
nazlan
sitem et
kırıl bana
beni geç vakit
tek başıma suya yolla
bahçede yüzünü öteye çevir
güle hayret ediyormuş gibi yap
gülümseyerek konuş da başkalarıyla