Binlerce yıllık kadınlık deneyimi biz bunu öğretmiştir. Bir kadına sonsuz aşk beslemek isteyen erkek, bıkmadan usanmadan bu adaları keşfetmeye anahtarını bulup içeri girmeye uğraşır. Bıktığım an aşk ölür. Bazılarıysa bir türlü giremediği bu odaların kapılarını yumrukla, bıçakla mermiyle açmaya çalışır. İşte o zaman sadece aşk değil kalp de ölür . Her gün yeryüzünde binlerce kadının kalbi böyle öldürülür.
İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.
Oğuz Atay,Günlük'teki notlarında şöyle diyordu:"Bizim 'ilk günahımız' belki de budur. Kapalı sistem yarattıklarını dış dünyaya karşı beslediği korkudur. Yaşama korkusudur."
İnsanlar birbirinin yardımlarına ve paralarına değil sevgilerin ve alakaları muhtaçtırlar. Bu olmadıktan sonra,aile sahibi olmanın hakiki ismi"birtakım yabancılar beslemektir.
Faşizm,insanlığın insanlıktan ağır ağır sıyrılarak çıkmasıdır. Gözle görülmeyecek kadar ağır ağır küçük küçük işleyen bir süreçtir. Eğer böyle olmasaydı bugün hiçbirimiz bu hayata katlanamıyor olurduk.
Biz eğer bütün bunlar olurken yaşamaya katlanabiliyorsak,bu işte bizim de bir payımız olmalı. Biz bütün olan bitene yaşayabiliyorsak bize bir şey olmuş olmalı. Bize ne oldu?
Yalnız boş bomboş mahluklardı. Yaptıkları münasbetsizlikler hep buradan geliyorlardı. İçlerini esneyen boşluğu karşısında ancak başka başka insanları istihfaf ve tahkir etmek, onlara gülmek suretiyle kendilerini tatmin edebiliyorlar, şahsiyetlerinin farkına varıyorlardı.
Ölümün,ölmenin bir sürü çeşidi vardır:yanarak,düşerek,boğularak,sürünerek,öylesine,kahramanca ya da sebepsiz ölmek. Bunların hepsi yaşamanın çeşitlerini aynı zamanda, tuhaf değil mi?
Düşünce dediğimiz şey ne kadar soyut olursa olsun her zaman bir dayanağa ihtiyaç duyuyordu. Bu dayanağı bulamadığımız takdirde onlar da anlamsızca havada asılı kalmaya başlayacaktı. Düşünceler de hiçliğe katlanamazdı...