Eğer bu zerreler, şu âlemin ustasının emrine tâbi' birer memur olmasalar; o vakit herbir zerre, umum o ceseddeki zerrelere hem hâkim-i mutlak hem herbirisine mahkûm-u mutlak, hem her birisine misil hem hâkimiyet noktasında zıd, hem yalnız Vâcibü'l-Vücud'a mahsus olan ekser sıfâtın masdarı, menbaı, hem gayet mukayyed hem gayet mutlak bir surette olmakla beraber, sırr-ı vahdetle yalnız bir Vâhid-i Ehad'in eseri olabilen gayet muntazam bir masnu-u vâhidi o hadsiz zerrata isnad etmek; zerre kadar şuuru olan, bunun pek zahir bir muhal belki yüz muhal olduğunu derkeder.
Sayfa 161Kitabı okudu
O vakit kalbe şöyle geldi ki: De o mütehayyir akla: Bak kâinattaki bütün mevcudata; zîhayat olsun, camid olsun, kemal-i itaat ve intizam ile vazife suretinde ubudiyetleri var. Bir kısmı şuursuz, hissiz oldukları halde, gayet şuurkârane, intizam-perverane ve ubudiyetkârane vazife görüyorlar. Demek bir Mabud-u Bi'l-hak ve bir Âmir-i Mutlak vardır ki bunları ibadete sevk edip istihdam ediyor. Hem bak, bütün mevcudata, hususan zîhayat olanlara; her birinin gayet kesretli ve gayet mütenevvi ihtiyacatı var ve vücud ve bekasına lâzım pek kesretli, muhtelif matlubları var; en küçüğüne elleri ulaşmaz, kudretleri yetişmez. Halbuki o hadsiz matlabları, ummadığı yerden, vakt-i münasipte, muntazaman onların ellerine veriliyor ve bilmüşahede görünüyor. İşte şu mevcudatın bu hadsiz fakr u ihtiyacatı ve bu fevkalâde ianat-ı gaybiye ve imdadat-ı Rahmaniye bilbedahe gösterir ki: Bir Ganiyy-i Mutlak ve Kerîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak olan bir hâmi ve râzıkları vardır ki her şey ve her zîhayat ondan istiane eder, meded bekliyor. Manen ‎ اِيَّاكَ نَسْتَعٖينُ‎ der. O vakit akıl "Âmennâ ve saddaknâ" dedi.
Sayfa 240Kitabı okudu
Reklam
Bundan anlaşılıyor ki vücud kemali ister, kemal de sübutu iktiza eder. Öyle ise vücudun vücudu kemal iledir. Kemalin kemali de devam ile olur. Öyle ise bir Vâcib-i Sermedî, Kâmil-i Mutlak var ki mümkinatın bütün kemalâtı, onun nur-u kemalinin cilvelerine birer gölgedir. Öyle ise Cenab-ı Hak zatında, sıfâtında, ef'alinde kâmil-i mutlaktır.
Bediüzzaman Sait NursiKitabı okudu
İslam'da Vahdaniyet temel prensiptir. Bu doktrin, en cihanşümul ifadesini Kelime-i Şahadet'de bulur: Lâ ilahe illallah. Derin mânâsı: Mutlak gerçeğin dışında gerçek yoktur. Varlığın birliği hakkındaki inancın Kur'andaki temeli budur. Tasavvuf'daki vahdet-i vücud, Vahdet-i vücud demek Allah'la kâinat arasında cevherce ayniyet vardır, demek değildir. Bunun panteizmin veya monizm'in herhangi bir şekliyle de ilgisi yoktur. Bu daha çok şu mânâya gelir: birbirinden bağımsız iki gerçek nizam düşünülemez.
Vahdet-i vücut felsefesi:
Bu inanış sistemine göre evren daha yaratılmadan önce yalnızca mutlak yaratıcı (vücud-u mutlak) ve karanlık, yokluk. Ve işte insan ve evren, bu tanrısal niteliklerin ve karanlık bağlantılı tanrısal olmayan niteliklerin aynada yansıyan suretleridir. Bu inanca göre insan ruhu tanrının ruhunun bir parçasıdır. İnsan ve evren tanrının bir 'tecellisi', görüntüsüdür. Vahdet-i Vücut felsefesine göre; "Tanrıdan başka varlık yoktur. Var olan her şey onun çeşitli biçimlerde görünmesidir."
"İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ölçüsünü koyar: Hiçbir şey O'na bitişik değildir ve hiçbir şey O'ndan kopuk değil... Bu ne azîm bir ölçüdür! Ayrı olmak elinde mi bir kulun? Nasıl ayrı olunabilirmiş Allah'tan? Buradaki inceliğe dikkat edin: Ayrı nasıl olur, bitişik nasıl? Demek ki, kurtarıcı düstur budur; hiçbir şey O'na bitişik değil ve hiçbir şey O'ndan kopuk değil... Hakiki VAHDET-İ VÜCUD da budur... "Allah'tan başka mevcud yoktur"un sırrı burada... Hiçbir şey mutlak olarak ne gayr'dır, ne ayn'dır!"
Reklam
175 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.