Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Şeyh Bedreddin basit bir derviş değildi. Dini ilimler, özellikle de İslam hukuku üzerine tanınmış kitaplarıyla büyük bilginler arasında yer almıştır. Fakat "zahiri ilimler"i tatmin edici bulmamış, Şeyh Hüseyin Ahlâtîl'nin etkisiyle sûfîliğe geçmiş ve bir sûfî şeyh olarak Batı Anadolu ve Rumeli'nde faaliyette bulunmuştur. Bedreddin'in mutasavvıflığı, genellikle İbnü'l Arabi'ye dayanır. İbnü'l Ara­bi'nin Füsûsü'l-Hikem'ine bir şerh yazdığı da biliniyor. Hutbelerinden derlenmiş ve kendi tasavvuf anlayışını yansıtan Varidat adlı kitapta, vahdet-i vücud felse­ fesini şu sözlerle anlatır: Tanrı'nın görünmesi, varlığının bir gereğidir. Bu görünümler dünyası, 'mutlak tipleri, türleri ve kişileriyle eskidir', ne başlangıcı vardır ne de sonu; zamanda yaratılmış değildir. Maddi dünya yok olursa ruhi ve gayricisml dünya da yok olur. 'Yaratılış ve yokoluş sonsuz bir süreçtir'. 'Bu ve öte dünya bütünüyle düşsel hayallerdir; cennet ve cehennem, iyi ve kötü ey­lemlerin tatlı ve acı tinsel görünümlerinden başka bir şey değildir'.
Sayfa 216 - PdfKitabı okudu
Cenab-ı Hak, ilim ve kudretiyle herşeyden, her büyükten daha büyüktür. Çünkü o öyle bir Kadir, Mukaddir, Alîm, Hakîm, Musavvir, Kerim, Latif, Müzeyyin, Mün'im, Vedud-i Mütearrif, Rahman-ı Rahim, Cemal-i mutlak, kemal-i mutlak sahibi bir Mutehannin-i Cemil ve bir Nakkaş-ı Ezelî'dir ki; şu kâinatın külliyatı ve eczaları olsun, sahifeleri ve tabakaları olsun bütün hakaik hem bu mevcudatın küllîsi ve cüz'îsinin ve vücud ve bekalarının bütün hakikatları ancak ve ancak onun kalem-i kaza ve kaderinin ilim ve hikmetle tanzim ve takdir ettiği yazıları ve çizgileridirler. Mesnevî-i Nurîye(Bd.)
Reklam
Vahdet-i Vücud
Bu inanış sistemine göre evren daha yaratılmadan önce yalnızca mutlak yaratıcı (vücud-u mutlak) ve karanlik, yokluk. Ve iste insan ve evren, bu tanrisal niteliklerin ve karanlik bağlantılı tanrısal olmayan niteliklerin aynada yansıyan suretleridir. Bu inanca göre insan ruhu tanrının ruhunun bir parçasıdır. Insan ve evren tanrinin bir 'tecellisi, görüntüsüdür.
Kudret-i ezelîyede meratip olamaz
Elbette Kadîr-i Mutlak'ın zâtî ve nihayetsiz ve gayet kemalde olan kudretinin nuranî tecelliyatı ve melekûtiyet-i eşyanın şeffafiyeti ve hikmet ve kaderin intizamatı ve eşyanın evamir-i tekviniyesine kemal-i imtisali ve mümkinatın vücud ve ademinin müsavatından ibaret olan imkânındaki müvazenesi sırrıyla; az çok, büyük küçük ona müsavi olduğu gibi, bütün insanları bir tek insan gibi bir sayha ile haşre getirebilir. Hem bir şeyin kuvvet ve za'fça meratibi, o şeyin içine zıddının müdahalesidir. Hararetin derecatı, soğuğun müdahalesidir. Güzelliğin meratibi, çirkinliğin müdahalesidir. Ziyanın tabakatı, karanlığın müdahalesidir. Fakat birşey zâtî olsa, ârızî olmazsa, onun zıddı ona müdahale edemez. Çünki cem'-i zıddeyn lâzım gelir. Bu ise, muhaldir. Demek asıl, zâtî olan bir şeyde meratib yoktur. Madem Kadîr-i Mutlak'ın kudreti zâtîdir, mümkinat gibi ârızî değildir ve kemal-i mutlaktadır. Onun zıddı olan acz ise, muhaldir ki tedahül etsin. Demek bir baharı halketmek, Zât-ı Zülcelal'ine bir çiçek kadar ehvendir. Eğer esbaba isnad edilse; bir çiçek bir bahar kadar ağır olur. Hem bütün insanları ihya edip haşretmek, bir nefsin ihyası gibi kolaydır.
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
•••• Ey zayf-ı bezm-i vücud Anla nedir, sırr-ı şuûn ................................... Her ne desen nâmı ânın Cümlede o nokta nihân Gâhî esîr gâhî cihân Mevt ü hayat câmı ânın Gâhî güneş, gâhî kamer Gâhî matar, gâhî sehab Kendi ateş, kendi şihâb Kendi gece, kendi seher Gâhî hacer, gâhî nebat Gâhî neml, gâhî esed Kendisi ruh, kendi cesed Kendi hayat, kendi memat Devr ile âdem olacak Kendini kendinde bulur Mutlak iken nokta olur Adem imiş mazhar-ı Hak
Ömer Ferid Kam
Lâ ile nefy-i vücud etse eğer bir münkir Reh-i isbâta gider, ayrılamaz illa'dan Hak iken dâire-i kevn'e muhît-i mutlak Yine Mevlâya döner yüz çeviren Mevla'dan
Sayfa 186
Reklam
ON BEŞİNCİ PENCERE اَلَّذٖٓى اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ sırrınca her şeye, o şeyin kabiliyet-i mahiyetine göre kemal-i mizan ve intizam ile biçilip hüsn‑ü sanat ile tertip edilip en kısa yolda, en güzel bir surette, en hafif bir tarzda, istimalce en kolay bir şekilde (mesela, kuşların elbiselerine ve her vakit tüylerini kolayca oynatmalarına ve istimal etmelerine bak) hem israfsız, hikmetli bir tarzda vücud vermek, suret giydirmek, eşya adedince diller ile bir Sâni'-i Hakîm'in vücub‑u vücuduna şehadet ve bir Kadîr-i Alîm-i Mutlak'a işaret ederler.
"İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ölçüsünü koyar: Hiçbir şey O'na bitişik değildir ve hiçbir şey O'ndan kopuk değil... Bu ne azîm bir ölçüdür! Ayrı olmak elinde mi bir kulun? Nasıl ayrı olunabilirmiş Allah'tan? Buradaki inceliğe dikkat edin: Ayrı nasıl olur, bitişik nasıl? Demek ki, kurtarıcı düstur budur; hiçbir şey O'na bitişik değil ve hiçbir şey O'ndan kopuk değil... Hakiki VAHDET-İ VÜCUD da budur... "Allah'tan başka mevcud yoktur"un sırrı burada... Hiçbir şey mutlak olarak ne gayr'dır, ne ayn'dır!"
Bak kâinattaki bütün mevcudata; zîhayat olsun, camid olsun, kemal-i itaat ve intizam ile vazife suretinde ubudiyetleri var. Bir kısmı şuursuz, hissiz oldukları halde, gayet şuurkârane, intizam-perverane ve ubudiyetkârane vazife görüyorlar. Demek bir Mabud-u Bi'l-hak ve bir Âmir-i Mutlak vardır ki bunları ibadete sevk edip istihdam ediyor. Hem bak, bütün mevcudata, hususan zîhayat olanlara; her birinin gayet kesretli ve gayet mütenevvi ihtiyacatı var ve vücud ve bekasına lâzım pek kesretli, muhtelif matlubları var; en küçüğüne elleri ulaşamaz, kudretleri yetişmez. Halbuki o hadsiz matlabları, ummadığı yerden, vakt-i münasipte, muntazaman onların ellerine veriliyor ve bilmüşahede görünüyor. (Sikke-i Tasdiki Gaybî 260.sh - Risale-i Nur)
Enver NeşriyatKitabı okudu
Aleviler “devriye"ye inanırlar. Devriye inanışına göre ya­şam, vücud-u mutlak’tan (mutlak varlık) kopan bir nur (ışık) ile başlamıştır. Bu büyük nur kendi heybeti ile genişlemiş, da­ğılmış ve toprak, hava, su, ateş ile temsil edilen dört kuvve­te inmiştir. İnsan, babanın beline ve ananın rahmine düşmeden ön­ce, dört kuvvetin kontrolünde önce cansızlar (hareketsizler), sonra bitkiler ve hayvanlar âleminden geçer. Cansız nesne, bit­ki ve hayvan bedenlerinden geçtikten sonra insan bedenine ula­şan insan canı (insan ruhu), İnsan-ı Kâmil (olgun insan) olun­ caya kadar dünyaya gelip gider. Olgunlaşan insan, geldiği kay­nağa geri döner ve devriye tamamlanmış olur. İnsan devriyesini tamamlayıncaya kadar çok çeşitli bedenler alır, Alevi ta­ biri ile “bin bir donda baş gösterir.” Alevilikte her şeyin aslına rücû edeceğine inanılır. Bu, ilahi yasadır. “Devriye", gerçek varlıktan kopan ruhun, çeşitli aşamalar geçirip türlü bedenlerde dolaştıktan sonra olgunlaşıp kendi kaynağına dönme sürecidir. Yunus Emre bu ilahi çemberi şu dizelerle aktarıyor: Dünyaya çok gelip gittim Erenler eteğin tuttum Kudret nidasın işittim Kaynayıp ta coşa geldim Âşık oldum şu ay yüze Nisar oldum bal ağıza Nazar kıldım kara göze Siyah olup kaşa geldim Deniz kenarında ova Kuyuda işleyen kova İsa ağzındaki dua Olup ta ben işe geldim Ay oldum âleme doğdum Bulut oldum göğe ağdım Yağmur oldum yere yağdım Nur olup güneşe geldim Yolum sana oldu durak Sabahın söyleyenidir hak Yunus Emre dilinde Hakk Olup dile düşe geldim. ~Yunus Emre
241 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.