Cem, seninle enerjimiz uyuşmuyor, aykırı bir denklem gibiyiz. Birbirimizi iki artı gibi itiyoruz görmüyor musun? Bizim kromozomlarımız uyumuz, DNA'mızda sıkıntı var, bu önceden de böyleydi, şimdi de böyle. İki deli bir araya gelmemeliyiz...
Mine de girmiş miydi bu odaya? Benim gizlice almaya çalıştığım yastıklara karşı o, onları almamın sebebi olan kokunun kaynağına sarılarak uyumuş muydu bu yatakta?
Onu dinlerken hep kader denen şeyi düşünüyorum. Gerçekten de kaderimiz biz daha çok küçükken yazılıyor. Hepimiz bir yerlerimizden yaralıyız. Hayri'nin yaraları çok açık. O varoş çocuğu olmaktan çıkıp şehir çocuğu olmayı hayal etmiş. Hep önemli, değerli biri olmak istemiş. Çocukluğunda bunu hiç görememiş. Annesini çok küçük yaşta kaybetmiş. Kaybetmese de, köy yerinde kadınların, çocuklarından daha önemli işleri, dertleri var. Ben, diyememiş. Ben olamamış. Kendine okumak, diploma sahibi olmak gibi hedefler de koyamamış. Yıllarca bunların hayalini bile kuramadan yaşamış. Aslında içindeki bu enerjiyi doğru yerlere yönlendirebilse, Hayri her şey olurdu. İşte bunu yapamamış çünkü kendinden ümidi yokmuş. Ben diyemeyen, ben diyemeyen birinin kendinden ümidi olur mu?
"Saçmalama!"diye bağırdı. "Senin ne suçun varmış ki?"
"Doğmak!"diye bağırdı Bihter de. Hayata gözlerimi açtım, nefes aldım ve hala daha devam ediyorum. Daha ne olsun?"