Sevginin bir ışık gibi vücudundan fışkırdığını sanıyordu.
Sanıyordu ki her gören, ilk bakışta, onun bu adama sevdalı olduğunu anlar. Oysa aşk ışık kadar bile maddesel değildi ve renksizdi.
Asla çözemediğim kurallarıyla beni hep dışına sürükleyen hayata yeniden tutunmaya çalıştığım tek yerin size duyduğum bu derin aşk olduğunu bilmediniz hiç... Kendimi değil, sizi seçtiğimi bilmediniz...
Oh! Bilseniz, sizi sevmekle neler kazanıyorum: Hayatımı, kendimi, varlığımı... İşte siz bana bunları kazandırıyorsunuz. Sizi sevmeden önce hissiz, ruhsuz bir şeydim, bütün o koştuklarım, o uğraştıklarım yapılmak için yapılmış şeyler, boş geçirilmek istenilmeyen bir gençliği doldurmuş olmak için icat olunan yalanlardı, anlıyor musunuz? Bütün o hayat baştan sona bir yalandı. O yalanların içinde ruhumun bozulduğunu, artık onda saf ve yüce bir sevgiyle titremek kabiliyetinin yok olduğunu hissediyordum. Siz bunların hepsini değiştirdiniz, o ölmüş sanılan ruhun bütün saf ve temiz emellerini uyandırmış oldunuz. Artık sevmeye gücünün yetmediğine hükmedilen kalbin o zamana kadar hiç sevmediğini, bundan sonra, yalnız bundan sonra ve yalnız sizi seveceğini siz gösterdiniz. Oh! Bilsen Bihter seni nasıl seviyorum? Seni ölünceye kadar, öldükten sonra, sonsuza dek nasıl seveceğimi bilsen... Sen de beni seviyorsun, değil mi Bihter? Benim olacaksın, yalnız benim, değil mi?
"Her şeyi hatırlıyorum."
Bir saniyeliğine durdum. Her şeyi hatırlıyorsan eğer, demek geldi içimden, ve gerçekten benim gibiysen, o zaman, yarın gitmeden önce ya da tam taksinin kapısını kapatmak üzereyken, diğer herkese hoşçakal demişken, yaşamda söylenecek hiçbir şey kalmamışken, o zaman, sadece bu kez, bana doğru dön, sadece bir jest ya da sonradan aklına gelmiş bir şey olsa da, seninle beraberken benim için her şeyden değerli olan, o zamanlar yaptığın gibi, yüzüme bak, göz göze gel ve adınla çağır beni.