Seni, lavanta kokulu bir sabunda; bir kavun diliminde, açık, uçuk gümüş rengi bir çorapta; bir yasemin dalında; adını bilmediğim, bilmemekten utanç duyduğum halde öğrenmek istemediğim
tek bildiğim, görünüşüne bakılırsa tatulayla bir hısımlığı olması gerektiği
sabun kokulu, el büyüklüğünde, fildişi rengi bir çiçeğin açışında; yıkık kemerlerde uyuklayan kedilerde; gecenin soğumuş kumunu döven, patlayan dalgaların sesinde; günün ilk ağartısında —karanlık saatler boyunca dağıtıp durduğun yatağında sabahın serinliği çıplaklığına işlemeğe başlarken— uyanmaksızın, omuzlarına doğru çektiğin, örtündüğün bir çarşafın ılık, ak mutluluğunda bulacağım; dirim içimden çekilesiye...
Kokularım, seslerim, görüntülerim, anılarımsın sen benim. Dokunduğum, okşadığım, en gizli tadını tattığımsın. Kahvaltının üçüncü çayı bittiğinde "Uyanamadın mı daha?" dediğim zaman "Ne gereği var?" diyen ilk insansın bana.
Yıllardır, yaz gelince bir denize, belli bir denizin belli bir noktacığına gitmekten, orada birkaç gün geçirmekten umduğumuz, bu birkaç günde bulduğumuz nedir? Ödünç bir genlik mi? Bir bolartı tansığı mı? Bir çocukluk uçmağına uğramanın vazgeçilemez olmazlığı mı? Yoksa, bir özgürlük düşü ardında gizlenmiş mutluluk, sürünün içinde kalıp kurda nanik demenin çocuksu böbürtüsü mü?
Bu bahçe, bu nemli toprak, bu yasemin kokusu, bu mehtaplı gece
Pırıldamakta devâm edecek ben basıp gidince de,
Çünkü o ben gelmeden, ben geldikten sonra da bana bağlı olmadan vardı
Ve bende bu aslın sureti çıktı sadece...
"Yaseminleri neden sabah erkenden, daha kapalıyken toplarlar? Çünkü yaseminler rüyalarını unutmazlar böylece. Eve getirip gümüş tabağa koyarsanız yavaşça açılır, geceyi hatırlar ve size beyaz rüyalarını fısıldarlar."
Bu mevsimde yabani menekşe kokuları kaplamış olurdu ortalığı, geceleri de yasemin kokusu neredeyse ikinci bir deri oluşturacak gibi insanın üstüne yapışırdı.
Sabır her derdin devasıdır.Civciv elde etmek için yumurtaları kırmak mı lazım yoksa kuluçkaya yatırmak mı? Zemini sağlamlaştırmadan üzerine ev yapılır mı?