1967 yılında Kahramanmaraş'ta doğdu. 1988’de Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1989-1994 yılları arasında İstanbul ve Kahramanmaraş’ta öğretmenlik yaptı. 1995’te Selçuk Üniversitesi’nde yüksek lisansını, 1999’da Marmara Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. Hâlen, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesidir. Yayımlanmış bazı eserleri şunlardır: Türkiye’nin Laikleşme Serüveninde Tanzimat (İnsan Yayınları, 1999)/ Gösterişçi Dindarlık (Ark Kitapları, 2005, 2. bs.)/ Toplumsal Değişme ve Din (İnsan Yayınları, 2006, 2. bs.)/ Kur’ân’da Toplumsal Çöküş (İnsan Yayınları, 2006, 3. bs.)/ Dinin Meşrûlaştırma Gücü (Ark Kitapları, 2005)/ Kur’ân’da Kur’ân (Ark Kitapları, 2006, 3. bs.)/ Osmanlı’nın Gözüyle İbn Haldun (İz Yayıncılık, 2009, 2. bs.)
"Ve kendileri Allah'ı unutmuş olan, böylece Allah'ın da kendilerine kendi nefislerini unutturmuş olduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar, fâsık olanların ta kendileridirler." (59/Haşr, 19)
"Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır, kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutar- lar. Onlar Allah'ı unuttular, O da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar fâsıkların ta kendileridirler." (9/Tevbe, 67)
Ayetlerde münafıkların Allah tarafından ve kendileri tarafından unutulmaları hadisesi, yabancılaşmayı açıkça betimlemektedir. Allah'ın onları unutması veya kendilerini kendilerine unutturmasının sebebi, onların fıtrattan uzaklaşmaları, sosyal hayatta fâsıklık yapmaları, iyilikten alıkoyup kötülüğü yaymaları, cimri olmaları gibi olumsuzluklardır.
Salt devlet ile dinin birbirinden ayrılması ve birbirlerine karşı bağımsızlığını sağlamakla yetinmeyen, aksine bir de buna uy- gun bir toplum yaratma işine de girişen devrimlerin, yine de, en azından iki sebepten dolayı dini tamamen gözardı etmemiş ol- duklarını biliyoruz. Birincisi, dinin toplumsal katmanlardaki mevcudiyetini laik bir toplum kurma adına tamamen gidermenin zorluğu, hatta imkansızlığı... İkincisi, yaratılan ulusun kimlik harcında, dinin başka bir şeyle ikamesi mümkün olmayan kullanılışlı işlevinin keşfi..."
...denilebilir ki din ve iman ile suç arasındaki ilişkilere dair çeşitli görüşler olmakla birlikte samimi inancın, ihlasla yaşanan dinin, insanı topluma karşı suç işlemekten alıkoyduğu ileri sürülmekte, gözlenmekte ve ortaya konmaktadır. Insan fiillerini düzenleyen ahenkli bir sistem olarak düşünüldüğünde dinin, insanın suça gitmesini önleme ka- pasitesine sahip olduğu anlaşılabilir. Etkin bir sosyal kontrol aracı olarak din, insan davranışları üzerinde etkili olmakta, insanı iyi davranışa yöneltmekte, suça yönelten unsurlara karşı direnç kazandırmaktadır.
Fakat din ve ibadet, samimiyet yerine riyākarlık temelli olursa, uygun davranışa yönelterek suçu önlemek şöyle dursun, belki de suça teşvik eden, suç için mazeret oluşturan bir araç haline gelerek suçun işlenmesinde esas etken bile olabilir.
Özetle din, samimi bir biçimde fiilen yaşanırsa, suçu önleyici bir set teşkil eder, ama gösteriş olsun diye yaşanırsa, o takdirde suça götürmesi, suç aracı olması söz konusu olabilir.
"Herkes" der Debray, "gizliden gizliye var olmadığından korkar; çünkü başkaları onun var olma hakkının farkına varma- dığı sürece aslında o yoktur. Insan başkaları ondan söz ettiği - onu yücelttiği, eleştirdiği, alaya aldığı, ona iftira ettiği, onun sözlerini yinelediği sürece vardır." Başkalarını konuşturansa medyadır. Binlerce eğitimli "ciddi gazete" okurundan birkaçının derin düşünceleri yerine, kitle iletişim araçları, iki milyon kat güçlü televizyon seyircisinin oluşturduğu bir ordu tarafından hakkında konuşulma şansını sunar Medya modayı -son moda konuları, son moda senaryoları- yaratır ve oyuncuları bu senar- yolardaki satırlara uydurur. Oyuncu seçiminde önemli olan "
doğruluk değeri değil", "gösteri değeri" dir.
"İslam'ı hiç kimse insan olarak temsil edemez!" Müslümanın mükellef olduğu husular vardır ve onu yapar.
Bir insan âlim de olsa, derviş de olsa İslam'ı inanadığı şekliyle yaşar. İnsanlar kendi içerisinde dini eğilimi olan, din çerçevesinde konuşan, yazan insanları bir tür dinin temsilcisi gibi görürler. Bunun neticesinde de "din buysa, İslam buysa ben inanmıyorum" gibi birtakım düşünceler ortaya çıkıyor.
Kitap, adı üzerinde dindarlığın gösterişçi olanını geniş çapta tahlil eden bir çalışma olmuş.
İlahiyat Fakültesinde akademisyen olan
Ejder Okumuş 'un okuduğum ilk kitabı oldu. Akademik bir çalışma olsa da dili ağır değildi.
Gösteri çağında yaşıyoruz. Görsellik ve gösterişçilik, çıkarları desteklediği için öz değerlerin yerine geçmiş durumda
Ejder hocayı "Türkiye'nin Laikleşme Serüveninde Tanzimat" kitabıyla tanıyıp çok sevmiştim. Toplumsal olaylara olan hevesim bu kitabında bu havada geçeceğine kâni gelmişti. Ama çokça akademik bir kitap olması beni zorladı açıkçası. O yüzden benim gibi bu alanda ihtisası olmayan bir okuyucuyu yorar kanaatindeyim. Ama yine de az çok bir şeyler kalmıyor da değil...
Herkesin gözünden Kuran’ı merak ediyoruz ancak Kuran’da Kuran’ı merak ediyor muyuz ?
Kitapın kapağını okuyana kadar açıkçası kendime hiçbir zaman bu soruyu sorduğumu veya merak ettiğimi hatırlamamam bana kitabı okumaya teşvik etmesi için yeterliydi. Yazarın da böylece ilk kitabını okumuş ve beğenmiş oldum.
Her seviyeden okuyucuların da çok rahat bir şekilde anlayacağı sade bir dil kullanarak merakımızı gideren ve bilgilendiren bir kitap olduğunu düşünüyorum.