Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Şiir her şeyden önce bir dilsel üründür, ama, Mihail Bahtin'in de dediği gibi, şairin yaratısı dilin dünyasına oturmaz, orada bulunmaz, şair yalnızca dilden yararlanır. Malzemeye ilişkin olarak, sanatsal amaçla koşullanmış olan sanatçının işi malzemeyi aşmaktan ibarettir. Şairin yaratıcı bilincinin kaynağında dilsel bilinç değil, yazınsal yaratı bilinci vardır. Yazınsal bilince ulaşmak için dilsel evrenin aşılması gerekir. Bu nedenle, evet, şiir her şeyden önce bir dilsel üründür; ama sonuçta, dilden yararlanarak onu aşan bir yazınsal yaratıdır. Dil tek başına, pasif durumunda, hiçbir söylemi temsil etmez. Onu bir söyleme (yazınsal, hukuksal, siyasal, vb.) oturtan o söylemin kendisine özgü bilincidir. Demek ki bir dilin yazınsal olması için, yazınsal söylem bilinci doğrultusunda kullanılması; yazınsal metnin şiir olabilmesi için de şiirsel söylemin kuralları içinde söylenmesi, yazılması gerekmektedir.
Yazın sanatında gerçekçilik denilen şeyden daha anlaşılmazı yoktur. Çünkü bu gerçekçiliğin gerçekliği hangisidir? Doğru olan şu ki gerçekçilik denilen, tümüyle dışta olan, görünürde olan, kabuksal ve öyküsel olan şey, yazınsal sanatla ilgilidir, şiirsel ya da yaratıcı sanatla ilgili değil. Bir şiirde -ve en iyi öyküler şiirlerdir-, bir yaratı da gerçeklik eleştirmenlerin gerçekçilik dedikleri ile ilgili değildir. Bir yaratıda gerçeklik, içten, yaratıcı, istençli bir gerçekliktir. Bir ozan yaratıklarını -canlı yarattıklarını- gerçekçilik denilen yollarla yaratmaz. Gerçekçilerin kişileri genellikle iple oynatılan ve göğüslerinde Maese Pedro'nun sokaklardan, alanlardan, kahvelerden toplayıp defterine not ettiği tümceleri yineleyen bir gramafonla dolaşan giyinik mankenlerdir.
Reklam
Derinlikli hiçbir yazınsal yaratı, ilk okuyuşta kapılarını açmıyor insana...
Sayfa 39 - bilgiKitabı okudu
Çocukları basılı sözden soğutan bir başka neden de öğretici olmayı her şeyin başında tutmamızdır. Ders vermeyen, üstelik bunu açık seçik biçimde yapmayan hiçbir yazınsal yaratı ana dil öğretiminde yer almaz. Yazıların seçiminde, işlenişinde başat ölçüttür ders vericilik. Bir yazı, bir şiir ne denli dil tadı taşırsa taşısın, ne denli güzel, renkli ve zengin bir yaşantı birikimiyle yüklü olursa olsun öğretici değilse, ders vermiyorsa beş para etmez. Burada Goethe'nin o ünlü sözünü almakta yarar var: "Bir şey ki salt ders vermekle kalır, duygu dünyamın sınırlarını genişletmede hiçbir katkısı olmaz, o şeyden nefret ederim ben."
Okuma böyledir işte... Değiştirici , büyüleyici, gizemli bir gücü vardır. Hangi yaşta olursak olalım, haz alarak okuduğumuz bir roman, öykü, anlatı ya da şiir etkiler bizi, yaşamımızı zenginleştirir; yeni yaşamlar katar yaşamımıza. Algılama, kavrama yetimizi besler, keskinleştirir. Dış dünyayı, başkalarını daha iyi anlamamızı sağlar. Diyelim ki Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sını okuyoruz. İnsan ruhunun derinliklerinde dolaşır, acıyı tanırız. Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı bizi, yaşam yolumuzu çizen etkenlerle yüz yüze getirir. Böylece kendimizi de tanırız. Diyeceğim her yazınsal yaratı, duygu dünyamızın sınırlarını genişletir. Yalnızca duygu dünyamızı mı? Düşünce dünyamızı da. Okuma, türlü etkenlerin doğamıza vurduğu prangaları kırar, özgürleştirir bizi. Ne diyordu Thomas Jefferson: "Özgür insan, okuyan insandır." Çünkü bilgisizliğin, kör inançların ve saplantıların her türlüsünü yenen bir güçtür okuma... Ne var ki burada "okuma" sözcüğü, "okur yazar" anlamında kullanılmıyor. Okuryazarlık ayrıdır, "okurluk" ayrı... Okur, okuma yazma becerisini sürekli kullanmayı alışkanlık haline getirendir, okumadan edemeyendir. Okumanın özgürleştirici gücünü inanandır...
Yazınsal yaratıları, yaratıcılarının özyaşamından tümüyle soyutlayamayız. Her kurmaca ya da yazınsal yaratının köklerinde yaratıcısının deneyimlerimden, içsel yaşamından izler vardır. Bu gerçekliği bir yazımda işlemiş, şöyle demiştim: "...Hangi yazınsal yaratı vardır ki yaratıcısının yaşamından açık ya da örtük izler, öğeler taşımasın? Yazar, hangi hayatı anlatırsa anlatsın, o hayatın çevriminde kendi gölgesini dolaştırır; yarattığı kişilerin tensel, tinsel portrelerinde kendinden çizgiler yansıtır.
Reklam
Her yeni yaratı, kendinden önce yaratılmış olanlarla beslenir, oluşur. Aralarında yazınsal imgelemin yarattığı bir soy bağı vardır. Yıllarca önce La Bruyer ne demişti: "Her şey daha önce söylenmiştir. Yedi bin yıldır insanlar vardırlar ve düşünmektedirler." Önemli olan, söylenmiş olanı yeniden kurgulayıp kendi söylemimize dönüştürmedir."
Yazınsallığın belirlenmesinde güvenilir ölçüt metindeki evrenin niteliğidir. Nasıl bir evren sunuluyor bize? Bu evrenin sınırlarını çizebilir, gerçekliğini içinde soluduğumuz deneyim dünyamızın verileriyle kanıtlayabilir miyiz? Deneyim dünyamızdan seçilenler nasıl bir değişime uğratılmıştır? Yazınsal metnin, adlandırılarak söyleyelim, bir öykünün, bir romanın, bir şiir ya da oyunun bize sunduğu evren, gerçeklerin tam bir yansıtımı ise o yapıtın yazınsallığına kuşkuyla bakabiliriz. Çünkü her yazınsal yaratı, gerçeğin ya da yaşantının belirli bir anlama göre dilde yeniden üretilmesiyle oluşur böyle olunca da bir romanı, bir öyküyü, bir şiir ya da oyunu kendi iç yapısına göre düşünmek gerekir. Elbette ki bu iç yapıda yer alan evren, dış dünyadan, gerçekler dünyasından tümüyle kopuk değildir, onun üzerine kurulmuştur. Ancak sanatçının okura kazandırmak istediği anlam ve yaşantı doğrultusunda değişimlere uğramıştır. Yazınsal metinlerdeki evrenin kurmaca oluşu da buradadır işte. Sözgelimi Kemal Tahir'in kimi romanlardaki olaylar, kişiler, nesneler gerçek yaşamdakilerle ne denli özdeşleşirse özdeşleşsin, gerçek yaşamdan yıla çıkılarak değerlendirilemez. Yorgun Savaşçı'daki Albay Bekir Sami ile Ulusal Bağımsızlık Savaşımızdaki Bekir Sami'nin kimliği aynı olsa bile kişilikleri değişiktir. Yorgun Savaşçı'daki bir roman kişisidir, kurmacadır. Romancının sunduğu evrene göre çizilmiştir kişiliği.
Çok yinelenmiş bir söz vardır. "Her büyük yazınsal yaratı, insanı insana taşır." Bunun doğruluğuna inanmışımdır hep.
24 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.