Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İnanna
Sumer tanrıları içinde hakkında en çok öykü yazılan Aşk, Bereket ve Savaş tanrıçası, Venüs yıldızını simgeleyen İnanna'dır. Sümer şairlerine göre o göğe ve yere egemendi, toplumun süsü, Sumer'in neşesiydi. İnanna Ay Tanrısı'nın kızı, Güneş Tanrısı Utu ve Yeraltı Tanrıçası Ereşkigal'in kardeşidir. Akadlarda İştar, Musevilerde Astarte, Yunan'da Afrodit, Roma'da Venüs adını alarak yüzyıllar boyu çeşitli toplumların efsanelerine konu olmuştur.
Sayfa 90 - Kaynak YayınlarıKitabı okuyor
Londra kütüphanelerinden yararlanan Mirşad "Macar Türkolog Aurel Stein, yaptığı araştırmalar sonucunda Türk tarihine ait orjinal belgeler bu kütüphanede yer bulmuş. Şimdi biz de bu belgeleri derleyerek Türk tarihine ait bilinmeyen dönemlere ışık tutuyoruz. Kazım Mirşan'a göre, -Türk Tarihi M.Ö. 16.000'li yıllara dayanıyor. -Yazı
Reklam
Tarihçilerle bir yuvarlak masa toplantısı sırasında,bundan bir hafta önce işlenen temaları olduğu gibi altmışlı yılların ikinci yarısında geliştirilen bazı kavramları yeniden ele alan Foucault, "doğru söylem ile ona bağlı tabiyet mekanizmalarını eklemleyen rasyonellik yapıları" arasındaki ilişkileri keşfetmeyi hedefleyen ve Aufkliirung'la ayrı­calıklı bir ilişki sürdüren "tarihsel-felsefi" bir pratik tasvir eder; zira bu pratiğin hangi koşullarda "bu Aufkliirung sorusunun, yani iktidar, hakikat ve özne arasındaki ilişkilerin tarihin herhangi bir anına uygulanabileceğini"görmeye çal!şır. Dahası, bu şekilde tanımlanan Aufkliirung meselesi Foucault'nun bu andan itibaren analizlerini yürütürken ve tüm çalışmalarını yeniden düşünür­ ken temel aldığı perspektif haline gelir.O halde "tarih-aşırı” soru olarak Aufkliirung ile sadece modern çağda (akıl ile delilik, hastalık ile sağlık, suç ile yasa vs arasındaki ilişkiler probleminde) değil, aynı zamanda Hıristiyanlığın ilk asırlarında ve Yunan­ Roma antikçağında da karşılaşılacaktır.
‘Keskin zekalı bir kişi, insanlar için tanrılardan korkmayı yaratabilirdi; böylece onlar gizlice yapıp ederler, konuşurlar ve düşünürlerse bile, kötüleri korkutacak bir şey olabilirdi.’ Kritias
Sayfa 267
‘Her şeyin ölçüsü insandır.’ Protagoras
Sayfa 267
Yunan, Roma, Bizans, Osmanlı ve Türkiye cumhuriyeti tarihlerinin bu toprağın derinlerine kök salmış izlerini içimizde hissetmeden gezmek hiç doya doya gezmek olarak nitelenebilir miydi?
Reklam
Filistin adi nereden geliyor
Babillilerin m.ö 586'da Kudus'u ele gecirip Suleyman Tapinagi'ni yikmasiyla bolgedeki Yahudi hakimiyeti, bir daha kurulacagi 20. yuzyila kadar ortadan kalkacakti. Aradaki yirmi bes asir boyunca Filistin'i sirasiyla Persler, Yunanlar, Romalilar ve 638'de Hz. Omer'in Kudus'u almasinin ardindan da hepsi Musluman olan Emeviler, Abbasiler, Selcuklular, Fatimiler, Eyyubiler, Memlukler ve Osmanlilar yonetti. M.ö 66'da Filistin'i ele geciren Romalilarin bolgeye hakim olmasindan itibaren Yahudiler, sik sik ayaklanmaya baslamisti. 117-138 yillarinda iktidari elinde tutan Roma Imparatoru Hadrian, ayaklanmalardan illallah edince bolgenin Yahudi kimligini silmek adina o gunlerde Yehuda olarak bilinen adini, Yahudilerin iki asir savastigi milletten hareketle, Filistin olarak degistirdi. Romalilar bu isme asinaydi zira M.ö 5. yuzyilda yasayan unlu tarihci Heredot ve m.ö 4. yuzyilda yasamis olan Yunan dusunur Aristo, eserlerinde bolgeden Filistin adiyla bahsetmisti. Hadrian, kullanimi bir bakima resmilestirmisti. Imparator Yahudiligi fiilen yasakladigi gibi Yahudilerin cogunu bolgeden surmustu de. Yahudilerin asirlar surecek ve vaadedilmis topraklara donme hayaliyle yasayacaklari surgun hayati boyle baslamisti. Rusya ve Avrupa basta olmak uzere bircok yere dagilacaklardi.
Fizik fizikliğini yapacak, Yunan -Roma paganizminden Pavlus Hıristiyanlığına, Pavlus Hıristiyanlığından, Auguste Comte (1798-1857) pozitivizmine; Auguste Comte pozitivizmden, fuzzy düşünceye savrulan dünya, 21. yüzyılda bambaşka bir anlayışa evrilecek.
Günümüz insanını ne bilgisizlik ne doğa ne de hastalık öldürecektir. Şimdiki muazzam ve silahlı uygarlığı yok etmekle tehdit eden tehlike yine insanın kendisidir. "O her zamankinden iyi yaşayabilir, ama nasıl yaşaması gerektiğini her zamankinden daha mı az bilmektedir?" İnsan kim olduğunu bilmeden başka bir şeyden nasıl söz edebilir?17
Sayfa 28 - Fecr Yayınları: 811 / 1. Baskı: Mart 2024
Yunanlar, “mikro-asyatik (Anadolu) felaketinden” sonra da bugüne kadar, tarihi Grek İmparatorluğu’nun ihya hayalinden vazgeçmemişlerdir. Megali idea, duruma göre değişik taktikler kullanılsa da, Helenizmin değişmez hedefidir. Her Yunanın yüreğinde bir gün İstanbul ve İzmir’de yunan bayrağını görmek hayali yatar. Tarihte Yunanlar, Türklere karşı daima hıristiyan Avrupa’nın desteğine güvenmişlerdir. 1352 de Türkler Avrupa’ya ayak bastığı tarihten itibaren Bizans devleti, Roma Papasıyla ilişki kurarak Osmanlı’ya karşı Avrupa’dan bir haçlı ordusunu harekete geçirmek için her türlü çabayı harcamıştır. 1359’da Bizans-Papalık Donanması’nın Lapseki çıkarması, Osmanlı’ya karşı ilk haçlı saldırısıdır. O zaman amaç, boğazın Avrupa yakasına yerleşmiş bulunan Türkleri anadoluya geri sürmekti (Gelibolu karşısında Lapseki, Türklerin Rumeli’ye göçünün son geçiş iskelesiydi).
Sayfa 215 - Kıbrıs ve Ege sorunları’nın tarihi kaynağı: Megali ideaKitabı okudu
Reklam
Her şeyin oluş ve değişmenin kozmik akışı içinde de belli bir duraktan ve andan başka bir şey olmadığı konusundaki bu anlayış, doğruların mimarlığı geliştirmelerine yararlı olmadı; oysa mimarlık, batıda, bütün öteki sanat formlarının egemenliği altına almış olan kendi çerçevesini onlara kabul ettiren ve her birine özel bir işlev kazandıran en ana sanattı. Sert cisimlerin mekan içinde nasıl davrandığını saptayan ve eski yunan, Roma ya da gotik mimarların çok iyi bilip kullandıkları soyut hesapları yapmayı beceremediler, üst üste ve birbirinden daha çıkıntılı olan katmanlar halinde çok büyük boyutlu blok yayınları oluşturdular. Bu ilkel inşaat tarzı, yeryüzünde karşımıza çıkan en etkileyici görünümlerden birinin, yani doğu için kozz’ın simgesi olan dağların, ilkel insan tarafından taklit edilip canlandırılmasıydı.
Sayfa 460Kitabı okudu
İslam'da örtünme geleneğinin başlaması
İslamda örtünmenin nedenini Sayın Prof. Dr. Neşet Çağatay, Bilim ve Ütopya dergisinin Ocak 1996 sayısında şöyle açıklıyor: "Müslümanlar Mekke'den Medine'ye karılarıyla birlikte geliyorlar. Mekke ve Medine arası 450 kilometre. Birbirlerini hiç tanımıyorlar. Mekke'de olduğu gibi Medinelilerde de cariye var. Onlarda da cariye mal. Satarsın, yatağına alırsın, mal ne ise onu yaparsın, Medineliler hür kadınlara sataşmaya başlıyor. Ömer kızıyor, yapana niye yaptın?' diye sorunca 'onu cariye zannettim' diyor. Çünkü, Mekke'de belirli bir kıyafet kuralı yok, fakat Mekke'de kim cariye kim hür biliniyor. Hür kadınlara sarkıntılık eden veya tecavüz eden olursa kan gövdeyi götürüyor. Medine'de hür kadınlara da sarkıntılık başlayınca Ömer, Muhammed'e 'Allah'a dua et, bu hürlerle cariyelerin arası belli olsun' diyor. Böylece hür kadınların başı örttürülüyor. Cariyelere örtmek yasak. Eğer hür kadın gibi başını örtmeye kalkarsa dövülür. Roma ve Yunan çağındaki kadın heykellerinin birçoğunun başında örtü görülüyor. O çağlarda da başı örtülü kadınlar namuslu sayılırmış. Hıristiyanlıkta bu gelenek rahibelerde sürmektedir. Sümer mabet fahişeliğini simgeleyen başörtüsü, çeşitli çağlarda ve ülkelerde kendilerine göre yorumlanarak İslamiyete kadar gelmiş. İslamiyetin başlarında hür kadınların cariyelerinden ayrılması için uygulanan bu gelenek, cariyelik kalkınca erkekten kaçma şekline dönüştürülmüştür. Buna karşın erkek olmayan yerde Kur'an okunurken, dua edilirken başın örtülmesi, örtünün Sumerdeki dinselliğinin bir devamıdır."
Sayfa 227Kitabı okudu
Pek çok toplum, toplumu tehdit eden karanlık güçlere dair bir sezgi geliştirir. Antropologların bakış açısından dinsel inanç, bu duyumu yaratma girişimidir; zor zamanlarda bile bir amaç sayesinde yaşamak için güven duygusu yaratmaktır.
Sayfa 224
Avrupa’daki hareketin birliği ve beraberliği, bütün okulları yaklaşık 1750’de ikinci bir klasik uyanışa yöneltmişti ve bu sefer Etrüsk ve Eski Yunan kaynakları temel olarak alınmıştı. Antik Çağ eserleri, Roma öncesi sanatın ortaya çıkarılmasıyla her ülkede paylaşılan bir miras olmuştu. Bu çalışmaları, Floransa, Napoli ve Roma‘daki büyük arkeoloji merkezleri gerçekleştirdi. Bu üslup, Ancien Regime’in şatafat ve lüksüne son veren Fransız devriminin ve imparatorluk döneminin “Spartalı” sanatının tohumlarını taşıyordu. Kendi trajedisinin içine batmış olan insanoğlu artık, yaşamını, eğlenmesini sağlayan bir sahne oyunu olarak sergilemiyordu.
Sayfa 348Kitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.