Anıları kronolojik bir sıraya sokmak ilginç bir mesele. Kır evinde geçirdiğim bu ilk hafta sonundan önce, o sonbahara dair hatırladıklarım uzak ve bulanık anılardan ibaretti, o hafta sonundan itibaren ise keskin, hoş bir netliğe kavuştu. İlk tanıştıkları o yapmacık vitrin mankeni burada esneyip gerinmeye ve can bulmaya başlamıştı sanki. Beni
vahşi bir bitki gibi kendi zehriyle çürümeyi
ayrılıklar öğretti bana
yüzümdeki buz buharlanıyor
camların saydam kayıtsızlığında
bakışlarım dalgın çivi, ölü pencere
daha dündü her şey
zamandaki inkâr mı, bendeki yarılma mı
Okurken yüzümdeki tebessümden hiç vazgeçemedim. Kimi zaman kendimi kimi zaman da çok saygı duyduğum öğretmenimi gördüğümü hissettim. Tebessüm ettiğim şeyler karşılıklı mektupların ve matematik problemlerinden ziyade anlatılan hikayeydi işi daha iyi kılansa o matematik problemleriydi. Öylesine sıcak öylesine samimi bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlatılmıştı ki her daim içimi ısıtan hissiyat da bu oldu. İlk arka kapağını okuduğum anda bu kitabı okumam gerektiğini anlamış elime gelmesi için heyecanla beklemeye başlamıştım. Sanki benim hikayem anlatılıyormuşcasına bir heyecan. Sanki henüz yeni geride bıraktığım saygıdeğer öğretmenlerim anlatılmış da ben onları okuyacakmışım gibi. Belki benim hikayem değildi fakat o sıcaklık bana hiç de yabancı gelmemişti.
Matematikle ilgisi olsun ya da olmasın samimi, içten ve sıcak bir öğretmen ve öğrenci iletişimine şahit olmayı isteyen herkesin okuması gerektiğine inandığım bir kitap.
Elimde tuttuğum bardağın içindeki ev yapımı kaçak viskiye gülümsediğim bi anda şarkıyı değiştirmişti. Üzerinde su şişelerinin, kirli bardakların, biraz esrar ve tütünün olduğu orta sehpaya uzattığım ayaklarımı bağdaj yapıp daha dik bir pozisyonda oturmuştum. Henüz ilk kirasını bile vermediğimiz bu evde herhangi bir duygunun kırıntısı bile yoktu.
vahşi bir bitki gibi kendi zehriyle çürümeyi
ayrılıklar öğretti bana
yüzümdeki buz buharlanıyor
camların saydam kayıtsızlığında
bakışlarım dalgın çivi, ölü pencere
daha dündü her şey
zamandaki inkâr mı, bendeki yarılma mı
yüklüyorum kendimi
bilmiyorum bilmediklerim neremde
sezdiklerimin peşindeyim
hissettiklerimin
belli aralarla gözlerime düşen
çok tanıdık ve yabancı
çakım hızı görüntülerin
kesik kopuk duyduğum çok kanallı seslerin kâtibiyim
Yüzümü toprağa dökmekten bunu da sürekli yeniden keşfetmekten hoşlanmıyorum. Radyoda yarıda kalan şarkıların içimde sürüklenmesi, içime doğan Güneş'e yüzünü çeviren bir çiçek mi? Yoksa o Güneş'e kanat çırpan bir kuş mu? Beni büyüten. Buna gülünür mü? Yoksa yüzünden süzülür mü? Sorusuna cevap bekledim aynalardan. Kırılıp yürünür mü mezar taşı gibi aynalara. Yol güzelse yürünür elbet. Yürüdüm. Sonrasında güç bela buldum burayı. Yenmiş tırnaklarım, parmak aralarımı mesken tutan sigaralarım, selam verip yüzüme bakan kaldırım taşları, ceplerime doldurduğum şarkılar, yüzümdeki yabancı maskelerle... Ben buyum! Diyebildiğim yerde büyüsüne tutulduğum denizin kıyısından, küçük yaşta büyüyen çocukluğuma... Merhaba.
) H Berk S (