Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Sözgelimi güneş şu anda parlamaya bırakacak olsaydı, dünyada halihazırda olup biten şeyleri etkilemezdi, çünkü bunlar güneş döndüğü sıra daha olayın başka bir yerinde bulunurlardı.
Sayfa 45 - ALFA BİLİMKitabı okuyor
Hubble'ın gözlemleri büyük patlama denilen, evrenin sonsuz küçük ve sonsuz yoğun olduğu bir zamanın varlığını ileri sürüyordu. Bu koşullar altında bilimin tüm yasaları ve dolayısıyla geleceği öngörebilme kabiliyeti işlevsizdir. Eğer söz konusu zamandan (Büyük Patlamadan) önce belirli olaylar gerçekleşmişse, bu durumda şimdiki zamanda olup biteni etkileyemezler. Bu olayların varlığı göz ardı edilebilir; zira gözlemlenebilir herhangi bir sonuç yaratamazlar.
Sayfa 21 - ALFA BİLİMKitabı okuyor
Reklam
Aristoteles dünyanın hareketsiz olduğunu; güneşin, ayın, gezegenlerin ve yıldızların dünyanın etrafında dairesel yörüngede hareket ettiğini düşünmekteydi. Aristoteles buna inanıyordu çünkü birtakım gizemli sebeplerden ötürü, dünyanın evrenin merkezinde bulunduğuna ve dairesel hareketin en mükemmel hareket olduğuna kanaat getirmişti.
Sayfa 12 - ALFA BİLİMKitabı okuyor
zaman yalnızca Tanrı'nın yaratmış olduğu evrenin bir özelliğidir.
Uzak galaksilerden geldiğini gördüğümüz ışık, bu galaksileri milyonlarca yıl önce terk etmiş durumda; keza o güne kadar gördüğümüz en uzak nesneden gelen ışığın bu nesneyi sekiz milyar yıl önce terk ettiğini biliyoruz. Dolayısıyla evrene, baktığımızda onu sanki geçmişteymiş gibi görüyoruz.
Evren hakkında ne biliyoruz ve nasıl biliyoruz? Evren nereden geldi ve nereye gidiyor? Evrenin bir başlangıcı var mı, eğer varsa o halde başlangıçtan önce ne oldu? Zamanın doğası nedir? Zamanın sonu gelecek mi? Zamanda geriye gidebilir miyiz?
Reklam
Her ne kadar bu yıldızları, kendilerinden yayılan ışık bize ulaşmadığı için göremiyor olsak da kütleçekimsel çekimlerini hissetmeye devam ederiz. Bu tür nesnelere artık kara delikler diyoruz, zira oldukları şey tam olarak bu: uzayda kara boşluklar.
Bir yıldızın yakıtı tükendiğinde soğumaya başlar ve kütleçekim kuvveti baskın çıkarak büzülmeye yol açar. Bu büzülme atomları sıkıştırır ve yıldızın yeniden ısınmasına neden olur. Yıldız ısındıkça, helyumu, karbon ve oksijen gibi daha ağır elementlere dönüştürmeye başlar.
“Neden geçmişi hatırlıyoruz da geleceği hatırlayamıyoruz?”
Cesedi parçalara ayrılıp yakılan kadın Matematikçi
Bu dönemde İskenderiye'nin entelektüellerinden biri de Hypatia. Babası Theon, kapatıldığı sırada Mouseion'un müdürü. Bütün bu olanlar şehrin bilginlerini çalışmalarını bir müddet daha sürdürmekten alıkoymuyor. Skolastik Sokrates daha sonra neredeyse herkesin zamanın bütün erkeklerini bilimiyle geçen Hypatia ile konuşmak için oraya akın ettiğini yazacak. Hypatia hem matematikçi hem de filozof. Ayrıca tarihimizdeki ilk kadın. İlk mi? Tam olarak değil. Hypatia'dan daha önce de kadınlar matematikle uğraşıyordu, fakat eserleri veya hayat hikâyeleri bize ulaşmamış. Çok sayıda kadın Pisagor'un okuluna kabul edilmişti. Aralarından Theano, Autocharidas ve Habroteleia gibi isimleri biliyoruz, fakat haklarında başka hiçbir bilgiye sahip olmadığımızı da belirtmek gerekir. Hypatia'nın yazdığı hiçbir metin bize ulaşmamış, ama çalışmalarından bahseden birçok kaynak bulunuyor. Özellikle aritmetik, geometri ve astronomi ile ilgilenmiş. Birkaç yüzyıl önce Diophantus ve Batlamyus tarafından yürütülmüş çalış- maları devam ettirmiş. Hypatia aynı zamanda üretken bir mucit. Arşimet ilkesinden faydalanarak sıvının yoğunluğunu bulmaya yarayan hidrometrenin icadını ve astronomik ölçümleri kolaylaştıran yeni bir usturlap modelini ona borçluyuz. Maalesef hikâyesi kısa sürüyor. 415 yılında şehirdeki Hıris- tiyanların öfkesini üzerine çekiyor ve en sonunda yakalanıp öldürülüyor. Cesedi parçalara ayrılıp yakılıyor.
Reklam
Kuantum mekaniği öngörülemezliğin ya da rastlantısallığın kaçınılmaz yanını bilime dahil eder. Einstein, her ne kadar söz konusu fikirlerin gelişiminde önemli bir rol oynamış olsa da bu duruma şiddetle karşı çıkmıştı. Einstein evrenin olasılıkla çalıştığını hiçbir zaman kabul etmedi; nitekim bu duruma ilişkin duygularını da meşhur “Tanrı zar atmaz” ifadesinde özetlemişti.
Sonsuz şişme ve sınırsızlık koşulu birlikte, evrenimizin özgün olmadığını söylemekte. Tersine, büyük patlama sırasındaki kuantum dalgalanmalarından pek çok başka evrenler de ortaya çıkmakta ve büyük ihtimalle buralarda farklı fizik ve kimya yasaları hüküm sürmekte. Belki de bütün bu evrenler içindeki en olası evrende yaşamıyoruz. Büyük ihtimalle, koşulların karmaşıklık ve yaşamın doğuşu için uygun olduğu evrenlerden birisiyiz.
Kuantum mekaniği ile genel göreliliği birleştirdiğimizde, daha önce ortaya çıkmayan yeni bir olasılık oluşmakta: uzay ve zaman birlikte, herhangi bir tekilliğe ya da sınıra sahip olmayan sonlu ve dört boyutlu tıpkı dünyanın yüzeyi gibi, fakat daha fazla boyutlu bir uzay oluşturabilir. Öyle görünüyor ki bu fikir evrenin gözlemlenen pek çok özelliğini, sözgelimi büyük ölçekteki yeknesaklığını ve galaksilerin, yıldızların ve hatta insanoğlunun evrenin türdeşliğinden daha küçük ölçekli kopuşlarını açıklayabilir. Hatta bu birleşme gözlemlediğimiz zaman okuna bile bir açıklama getirebilir. Fakat eğer evren herhangi bir tekilliği ya da sınırı olmayan tamamıyla kendine yeter bir yapıysa ve de birleşik bir kuram tarafından bütünüyle betimlenmişse, bu, Tanrı'nın Yaratıcı olarak rolü konusunda derin imalar barındıracaktır...
Yıldız büzüştükçe, yüzeyi yakınındaki çekim alanı gittikçe şiddetlenir ve ışık konileri daha çok bükülürler. Bu da ışığın yıldızdan kaçmasını zorlaştırır ve uzaktaki bir gözlemciye göre ışık daha sönük ve kızılımtrak görünür. Sonunda yıldız belli bir kritik çapın altına düşünce yüzeydeki çekim alanı o denli şiddetli ve ışık konisi o denli bükük olur ki, artık ışık kaçamaz (Şekil 6.1), Görelik kuramına göre hiçbir şey ışıktan hızlı gidemeyeceğinden, eğer ışık kaçamıyorsa, hiçbir şey kaçamaz; her şey, kütlesel çekimin etkisiyle geriye döner. O halde öyle birtakım olaylar, uzay-zamanının öyle bir bölgesi vardır ki, ondan kaçılıp uzaktaki bir gözlemciye ulaşılamaz. Bugün kara delik dediğimiz işte böyle bir bölgedir. Kara delikten çıkmayı kıl payı başaramayan ışık ışınlarının yollarının kesiştiği sınıra ise olay ufku denir
Bir yıldızın oluşumu, büyük bir miktar gaz (çoğunlukla hidrojen gazı) kütlesel çekim kuvveti etkisinde kendi üstüne çökmesiyle başlar. Gaz kütlesi büzüştükçe, atomları gittikçe daha sık ve daha büyük hızlarla birbirlerine çarpar ve böylece gaz ısınır. Sonunda gaz öyle sıcak olur ki, hidrojen atomları çarpışınca sıçrayacakları yerde birleşerek helyum atomları oluştururlar. Denetim altında patlatılan bir hidrojen bombasına benzeyen bu reaksiyonda salınan ısı, yıldıza parlaklığını verir. Bu fazladan ısı aynı zamanda gazın basıncını artırarak, çekim kuvvetini dengeler ve gazın büzüşmesi durur
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.