Adalet, hak, hukuk gibi nesnelere inanmış bir gafil olacak bir polisin kabalığına: "Eladlü esâs ilmülk - Adaletsizlikle devlet yıkılır" diye karşılık verdim. Biraz sonra da İrfan adlı bir komiser muaviniyle sert bir tartışma yaptım. Onlar birinci şubeye getirdikleri zavallılara her türlü muameleyi yapmağa, falaka atmağa falan alışmış olmak dolayısıyla kendileriyle, dişe diş, göze göz çekişen bir müşteriye katlanamıyorlardı. Dört yıl sonra, 1944'deki ziyaretimde saçları bembeyaz, çökmüş, kendisini alkole vermiş olduğu için arkadaşları tarafından acınan bir insan olarak gördüğüm İrfan beni tehdit etti: "icap ederse başka türlü muamele ederiz!"
Vay!.. İşler tıkırında gitmiyordu. Ama Türk'üz dedik ya... Türk demek, her zaman için acar ve dalavereli işlerde her zaman toy bir kişi demektir. Ben de o sırada 35 yaşımda küçük bir çocuktum. İrfana dört yüz dirhemlik bir cevap verdim. Bunun üzerine düşman kuvvetleri merkezden taarruza geçti: "Demin yıkılır diyerek neyi kastetmiştin?"
Kuvvetimiz ne kadar az olursa olsun, biz büyük (stratej)ler, böyle cephe saldırışlarıyla sarsılır takımdan değildik. Baraj ateşiyle karşılık verdim: "Sen benim deminki sözümü bırak da burada neye beklediğimi, müdürlerle ne zaman görüşeceğimi söyle. Bunların cevabını vermeden benden tek kelime alamazsın."
Hızla kayboldu. Biraz sonra bir memurla kâğıt yollayarak beni sorguya çekmek istedi. Bu memur benimle ilk çatışan ve benden "eladlü esâs ilmülk" vecizesini öğrenen adamdı. Demek İrfan'a bu lâfı yetiştiren oydu.