Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.37.13
33bookstagram33
33bookstagram33
@33bookstagram33
Yüksek Lisans
20 Kasım
34 okur puanı
Mart 2017 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Destek yayınlarının felsefe serisinden bir kitapla karşınızdayım. Bu seriyi çok sevdiğim doğrudur. Albert Camus un bendeki yeri çok farklı ve güzel kitapta hem Albert’in yaşamına hemde felsefisine çok güzel değinilmiş. Albert Camus ile daha önce tanışmamışlar için güzel bir başlangıç olacağını düşünüyorum.Kitap çok kısa zaten biraz biyografi ve biraz da felsefe tarzı okumak isterseniz tavsiyemdir. Puan:5/5
Destek yayınlarının Felsefe serisinin bir başka kitabı da Osho, Osho benim çok sevdiğim filozoflardan biridir. Kitap benim için keyifli ve bol notlu oldu. Kitaptaki Mutluluk kısmını özellikle herkesin okumasını tavsiye ediyorum.Hayata dair kendimizi bulacağımız kendimizi bulma yolunda neler yapmalıyız aslında ne oldugumuzu Osho kadar güzel dile getiren yoktur. Hayatta ki yolculuğumuz da kendimizi bulma adında önemli bir yol haritası çizmiştir.Osho ile daha önce hiç tanışmayanlar için iyi bir başlangıç kitabı olmuş. Bence herkes Osho ile tanışmalı.
En çok hassas olduğum bir konuyu ele almış bu sefer Ahmet Batman. Okurken üzüntü sinir karmaşasını beraberinde yaşamama sebep oldu. Bir nefeste okuyabileceğiniz gerçek saf sevgi ve bir o kadar da sizi ağlatan bir aile dramına şahit olacaksınız. Kitabın dili oldukça sade , öyle abartılı süslemeler yok , başladığınızda kendine saran nitelikte. Bir çok kötü sahne yaşanırken karakterlerimizin güçlü kalışlarını hayretle okudum. İster istemez kendinizi karakterlerin yerine koyuyorsunuz ve ben ne yapardım diyorsunuz? Bu kadar güçlü kalabilir miydim? Yoksa pes mi ederdim? Aslında yaşanan olaylarla ilgili o kadar çok söyleyecek sözüm var ki ama okumayanlar için fazlaca spoiler vermiş olurum . O yüzden şiddetli tavsiyemdir.
Okur Takip Önerileri
IRVİN D. YALOM -- ÖLÜM KORKUSUNU YENMEK
#Kitapalıntısı
Yalom bu seferde bir anı sı ile karşımız da. Mezunbiyetinden 50 yıl sonra mezunlar gecesinde arkadaşı, eski dostu ile aralarında geçen sohbetten bahsediliyor.
Yalom kalbi kırıkları iyileştiren bir psikiyatrist, Robert Berger ise kalp cerrahıdır. Tıp fakültesinde birlikte okuyan ve
Rupi ile ilk tanışmamız Süt ve Bal kitabı ile olmuştu. İyi ki yazmışsın be Kadın dediğim yazarlardan biri oldu kendisi .Bu kadar içtenlik sadelik ve her kadının söylemek istediğini dile getiren bir yazar. İyi ki tanışmışız seninle. Öncelikle kitabı okuyacaklara bir tavsiyem kadınlara karşı ,kendilerine karşı saygısı olmayan birinin bu kitabı anlayacağını düşünmüyorum. Yazılanları anlamak için biraz oturup düşünün çünkü her cümle o kadar anlam yüklü ki düz bir şekilde okursanız bir şey anlamaz anlamadığınız gibi de kötü yorumlar yapabilirsiniz. Bu zamana kadar bir çok kadının demek istediği ama dile getiremediklerini o kadar güzel yazıya dökmüş ki Rupi hayran kalmamak elde değil. Kitap beş bölümden oluşuyor, Solmak, Dökülmek , Köklenmek, Uyanmak, Çiçeklenmek. Süt ve Bal'dan daha kalın daha yoğun duygulara sahip diyebilirim ama okumayanlara tavsiyem iki kitabı da sakin bir ortamda sıcak bir kahve eşliğinde düşüne düşüne okumanızdır.
Yalom, varoluşçu Psikoterapinin en önemli yaşayan temsilcilerinden biridir. Aynı zamanda Uluslararası Sigmund Freud – Psikoterapi 2009 ödülünün de sahibidir.
2000 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Oskar Pfister Ödülü’ne layık gördüğü Irvin Yalom’un ödül alırken yaptığı konuşmayı içeren bu kitap, hemen her insanın zihnini kurcalayan sorulara yanıtlar sunuyor.
İnsan neden ilahi bir varlığa inanma ihtiyacı hisseder? Ölüm neden korkutucudur ve insanı dinî teselliye iter? Din ve psikiyatri insan ruhuna nasıl dokunur?
#Alıntılar
-Sizin sevinçlerinizin,kederlerinizin,anılarınızın,hırslarınızın,bireysel özgür irade dediğiniz şeyin aslında geniş bir sinir hücresi ağının ve onlarla bağlantılı moleküllerin davranışından daha fazlası olmaması,şaşırtıcı bir varsayım.
-Her birimizin karanlıkta yol alan yalnız gemiler olduğunu biliyorum ama yine de yakınlardaki diğer gemilerin ışıklarını görmek büyük rahatlık sağlıyor.
-Biz insanların yapısal olarak anlamdan yoksun olan bir dünyaya salıverilme talihsizliği yaşayan, anlam arayışı içindeki yaratıklar olduğu söylenebilir. Hayattaki en önemli görevlerimizden biri, yaşamı desteklemeye yetecek kadar sağlam bir amaç icat etmemizdir.
Sonra da zorlu bir manevra yaparak bu amacı bizzat yazdığımızı inkar etmeyi başarmamız gerekir ki onu "keşfettiğimiz", yani "orada bir yerde" bizi beklemekte olduğu sonucuna varabilelim.
-Hayatın amacının açıkça peşine düşmek, tıpkı Buda'nın söylediği gibi, öğretici değildir: En iyisi, insanın kendini yaşam nehrine bırakması ve bu meselenin akıp gitmesine izin vermesidir.
İlk kitap Cinder yani külkedisini anlatıyordu şimdi ise Scarlet bizim çocukluğumuzun kırmızı başlıklı kızı. İlk kitap da Cinder kraliçe Levana tarafından kim olduğu anlaşılıp hapis edilmişti. Bu kitabımızda Cinderin hapishaneden kaçışına ve kaçtıktan sonra karşılaştıklarını olayları göreceğiz. Gelelim Scarlete kırmızı bir ceketi olan Scarlet 'in babannesinin kaçırılmasıyla başlıyor tüm olaylar. Scarlet babannesini bulmak için Wolf adındaki karakterimizle işbirliği yapıyor . Wolf genetiği oynanmış kurdumuz oluyor. Wolf iyi mi gerçekten Scarlete yardımcı mı oluyor ! Wolf ile Scarlet yolculuğunda karşımıza bir dolu olay çıkıyor. Tabi Cinder Sacarlet ve Wolfun karşılaşıp bir araya gelmesinden sonra heyecan tavan yapıyor. Bu iki kızın yaşadıkları soluğunuzu kesecek cinsten. Levana Cinderin bir an önce bulunması için Prens Kaiyi bir çok şekilde tehdit ediyor tabi onun eşi olup imparotiçe konumuna geçmek içinde elinden geleni yapıyor. İlk kitaptaki heyecan ikinci kitap ta da dozunu düşürmedi. Bir an önce üçüncü kitap can atıyorum ama artık yurt dışında yaşamamdan dolayı kitabı yanıma alamadım ama bir ay sonra kitabı yanıma alıp hemen okuyacağım bu serinin beni bu kadar heyecanlandıracağını tahmin etmemiştim. Tabi kitap yanımda olmayınca fotoğraf ta bu şekilde oldu.
İkinci Yeni şiir akımının öncülerinden olan Cemal Süreya kendi şiirini tanımlarken: "Benim şiirim erotik bir şiirdir." der. Bence Süreya öncüsü olduğu ikinci yenici olsa da kaleminin özgürlüğünden dolayı garip akımına daha yakın bulurum ben.
Gerçi Süreya kendi akımını kendisi yaratan şairlerimizden. Bir çoğumuz anlamıyor aslında yazdıklarını, iki tutulan kelimeyi paylaşıp duruyorlar üç beş şiirinden fazlasını okumuyorlardır, halbuki o kadar güzel şiirleri yazıları vardır ki hayrete düşersiniz. Anlamıyorum diyenler için yaşamını okuduğunuzda şiirlerini daha net anlayacağınızı düşünüyorum.
Bir cümleye, düzyazıyla şiir arasındaki o ince, keskin sınırı çekti: "Her insanın bir öyküsü vardır ama her insanın şiiri yoktur."
Aza indirgeme anlayışını, "bir kelimeye bin anlam yüklemek "sözü yeterince açıklıyor.
"Onun şiirinin amacı, kelimelerin çağrışım zenginliğinde dünyayı kavramak ve algılamaktır. Katı, öğretisel bir dünya görüşünü onda bulamayız." diyor Dokuza Kadar On'u hazırlayan Doğan Hızlan.
Özdemir Asaf'ın şiirleri mutlaka yaşamınıza ithaf edecektir.
Bir ırmakta yaşayan küçük kara balığın herkese karşı gelerek hayalinin peşinde koşmasından ve karşılaştığı tüm engellere rağmen hayalinden vazgeçmeyip, en zorlu şartlara direnip amacına ulaşmaya çalışmasını okuyacağız. Küçük Kara Balığımız o kadar akıllı ki düşüncelerini okuyunca; Aman yarabbim , şunun söylediği sözlere bakın da hele , büyümüş de küçülmüş sanki! diyorsunuz. Tavsiye ediyorum kütüphanenizde bulunması gereken bir masal kitabı olduğunu düşünüyorum.
''Fakat Müzeyyen, bu derin bir tutku'' dedim. Tırsmaya başlamıştım. Haklı olabilirdi.
.
İlhami Algör'le ilk tanışma kitabım. Evet ben de tırsmaya başlamıştım kitabın ilk sayfaların da. Daha sonra akışına bıraktım ve kendimi İlhami Algör'le sohbet ederken buldum. Mevzuyu en ince ayrıntılarıyla tartıştık tanımadığımız masalarda sohbetlere daldık. Sohbetten ayrılmak biraz zor oldu. Sevdim mi bilmiyorum. Sevmekle sevmemek arasın da kaldığım bir kitap oldu kendisi.
Paulo Coelho’nun 25 yıl önce kaleme aldığı ilk romanı Simyacı, çeyrek asırlık macerasını tamamladı.Ben bu maceranın bir parçası olmak istedim. İlk olarak 2004 yılın da 1997 basımından okuduğum Simyacıyı 13 yıl sonra ocak ayının son romanı olarak bir de özel baskıdan okudum. Tekrardan ne kadar çok önemli bir eser olduğunu ve o ilk okuduğumdaki duyduğum heyecanı yaşadım.
Baş kahramanımız Santiago adında bir çoban. Bir gün gördüğü bir düşün peşinden gitmeye karar veriyor bir dolu maceralar ve bir dolu hayat dersleri işte o zaman başlıyor. Daha bitemesin öğrenmem gereken çok şey var diyerekten son cümleleri okudum. Bende yeri çok farklıdır, 12 yaşımda bana amaçlarımızdan asla vazgeçmemiz gerektiğini öğretti. Şimdi ise 25 yaşındayım unuttuğumuz acı gerçekleri yüzüme bir çırpıda vurdu. Her sayfan bir ders çıkarabileceğimiz bir roman.
Kitap da felsefi konulara da yer verilmiştir. Sade bir dili vardır. Herkesin okurken kendisinden ve hayattan bir şeyler bulacağı bir kitaptır.
Aldım kitabımı ,kahve mi elime başladım okumaya, aslında kitabı okumadım da muhteşem bir gerilim filmi seyretmiş hissiyle bitirdim. Akıcılığı ile beni şaşırtan bir kitap oldu. Kurguyu tahmin bile edemedim. Okurken gerilimi temposu hiç bitmedi e bu da gerilim kitaplarında istediğimiz şey değil mi? Tabi ki de tavsiye ediyorum. Kurgusuyla ,anlatımı ile tek kelime ile bayıldım :)
Hikaye üç farklı zaman aralığında geçiyor. 1955-61 - 1989 ve 2013 yıllarında fakat bu sizi korkutmasın çünkü üç yıl arasında ki bağlantı çok güzel sağlanmış ve heyecan katmış. Her sayfa da farklı bir heyecan saracak içinizi. Sıkılmadan bir solukta bitiyor. Kurgu muhteşem olmuş. Karşımızda lanetlenmiş bir aile var ve bu lanet günümüze kadar devam ediyor.
1955-61 yılları arasında Rose ve Sylvie adında ki iki farklı karakterdeki kardeşlik hikayesiyle başlıyoruz olayımıza. Rose sevilmeyen ,hırçın, bir kız. Sylvie ise herkesçe takdir edilen güzel bir kız. Rose ablasının geceleri canavara dönüşen bir kısrak olduğunu düşünüyor ve buna inanıyor du. Fakat asıl gerçeği çok daha sonra öğrendi.
1989 yılı kahramanlarımız Amy, Piper ,Margot ve Jason. Amy Rose'un kızı. Piper ve Margot iki kız kardeş ve Amy'nin en iyi arkadaşları. Jason da dışlanan bir arkadaş olarak karşımıza çıkıyor. Amy,Piper ve Margot aslında masum merakları sonucunda bulmamaları gereken 29.odayı buluyorlar ve her şey değişiyor. Üç yakın arkadaş artık arkadaş değillerdi.
2013 yılı asıl kahramanımız Lou. Amy'nin kızı. İşte dönüm noktamız bu diyebilirim.
Evet en sevdiğim yazarlardan biri olan Marquez in kitabı ile karşınızdayım.
Benim Hüzünlü Orospularım Marquez'in 76 yaşın da tamamladığı ve hikayeciliğini konuşturduğu süper bir romandır. Tabi açık olmak gerek bir Yüzyıllık Yalnızlık ve ya Kırmızı Pazartesi kadar etki de yaratmadı fakat bana yeni güzel dersler vermekten de geri kalmadı Marquez.
Tavsiye ediyor muyum evet kesinlikle ediyorum. Puan:4/5
Sandığınız gibi değil aksine bizim İhtiyarın kendi ağzından yaptığı o benzetmelere hayran kalacaksınız. Ağzından çıkan cümleler 90.yaşın büyüsü gibi sizi kendine bağlayacak ve çok seveceksiniz bizim yaşlıyı. Yeri geldiğinde be adam gençken aklın neredeydi diyeceksiniz.
Bizim Yaşlı Gazetecimiz 90. doğum günün de kendine el değmemiş bir genç kız hediye etmek istiyor. Peki siz 90.doğum gündüzde kendinize ne hediye etmeyi düşünürdünüz?
Alleben öyküleri Ülkü Tamer 'in anayurdu olan Antep deki çocukluk yıllarına dayanıyor. Anadolu'nun sıcak bir mahalle ortamını yaşatıyor bizlere. Kitap dört hikayeden oluşuyor. Hikayeler İsimlerden oluşuyor. Hikayelerin anlatım tarzı parça parça eğer parçaları bir araya getirerek okumazsanız anlayamazsınız hikayelerin ana duygusunu. Öğlen bir kahve saatinde okunacak kadar kısa hikayeler. İçlerinde en çok sevdiğim hikaye kitabımızın ikinci hikayesi olan Çete İsmail oldu. Alıp okunası hikayeler efenim.
Benim başucu kitabım ve eminim okuyunca sizin de baş ucu kitabınız olacaktır. Kitabımız incecik, 54 sayfadan oluşuyor fakat içeriği bir dünyaya bedel. Kitabın ana karakteri El Mustafa adındaki bir bilgindir. Yani bizim Ermiş.12yıl sonra bulunduğu yerden ayrılmaya karar veriyor. Ayrılırken de halkın sorularına cevap veriyor. Bu cevaplar bizim hayatımıza yön verecek, Hayatın bilinmeyen sırlarını çözmemizi sağlayacak ve bize yol gösterecek cevaplar. İşte bu yüzdendir ki merak ettiğiniz nerdeyse tüm konulara değinmiş bizim Ermiş. Tek tek aşk, evlilik, çocuklara, vermeye, yemeye ve içmeye, çalışmaya , sevinç ve kedere , evlere, giysilere, almaya ve satmaya, suç ve cezaya, yasalara, özgürlüğe, akıl ve tutkuya, acıya, kendini bilmeye, öğretmeye, dostluğa , konuşmaya, zamana, iyiye ve kötüye, duaya, hazza, güzelliğe, din eve son olarak da ölüm konularındaki sorulan sorulara bilgece cevaplar veriyor. Verilen her cevabın altını çizmişim hatta bir çok cevabı yıldızlara boğmuşum post it canavarı bir kitap.
"Hepimiz Gogol'un Palto'sundan çıktık."
-Fyodor Dostoyevski-
Uzun öykü olarak geçen ama 50 sayfalık kısa fakat gerçekleri yüzümüze vuran bir kitapla karşınızdayım.Kitapta başkahramanımız Akakiy Akakiyeviç'in başından geçen olaylar anlatılıyor. Akakiy devlet dairesinde çalışan bir memur.Küçük bir masa da yazıları temize çeken,kendi haline kimseyle işi olmayan biridir fakat iş arkadaşları onunla her fırsatta dalga geçmetedir.Soğuk kış gününde yırtık paltosundan kurtulup zar zor biriktirdiği parasıyla kendine bir palto diktirmiştir. Ah o güzelim palto nelere bedel oluyor. Ayrımcılığı , üst ve alt makam ayrımcılığı bu kitapta çok güzel vurgulanıyor. Okurken gözleriniz doluyor sinirleriniz geriliyor. Tekrar tekrar okunası bir kitap umarım sizlerde okuyup Akakiy'in acılı dünyasına tanıklık edersiniz. Aslında tanıklık edeceğimiz hayatımızdaki gerçekler. Tavsiyemdir efendim.
Zweıg benim çok sevdiğim yazarların başında gelir. Çünkü hikayelerini okuduğunuz zaman bağlanıyorsunuz bir müddet sonra yeniden bir Zweıg okuyasınız gelir. Bu uzun öyküsü de aynı şekilde. Bilinmeyen kadın ve İsmini bile söylemeye tenezzül edilmeyecek adam. Kitabın adı gibi kadınımızın ismi bilinmiyor ama 13 yaşından ölümüne kadar yaşadığı olaylar sizi derinden etkiliyor. En başta çok kızdım kadına sinirlendim ama daha sonra işler değişti asıl suçlumuz adam ama tabi kadının da hatası yok diyemem. Bir gün adını bilmediğimiz beyfendiye bir mektup gelir.Ne adres ne iim ne de imza hiçbir şey yoktur mektup da. En üstte yazan "Sana, beni asla tanımamış olan sana," diye bir hitapla başlıyor mektubumuz. Gerçekten için de kaybolacağımız bir konusu var dili çok güzel ve çok akıcı. Kısa ama öz tabiri bu hikayeye çok yakışıyor. Tabi ki tavsiyemdir okumalısınız. Hatta bol bol Zweıg okumalısınız :)
Bilinmeyen Bir Kadının MektubuStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2022225,1bin okunma
Bu muhteşem kitap Sabahattin Ali'nin , eşi Aliye ve kızı Filiz'e yazdığı mektuplardan oluşuyor. Sabahattin Ali'nin bir çok sıkıntıyla karşılaştığını hepimiz duymuşuzdur. Ama bu kitabı okuyunca yaşadığı sıkıntıları daha derinden hissediyorsunuz. Söylenecek çok söz yok, o kadar güzel duygular ,hisler öyle güzel kalemle ele alınmış ki o anları yaşatıyor okuyucusuna. Yaşadığı sorunlar karşında yıkılmayıp hep dik duruşunu mektuplarında çok güzel yansıtmış. Eşi Aliye'ye yazdıklarını okuyunca Sabahattin Ali'nin nasılda aşk dolu, romantik bir kişiliği olduğunu göreceksiniz. Kızı Filiz'e olan sevgisi ise muhteşem.
Halil Cibran'ın ikinci okuduğum kitabı ve bir kez daha beni kendine aşık etmeyi başardı. Bu kitabı Aforizma yani Halil Cibran'ın söylediği sözlerden oluşuyor. Bütün aforizma kitapları güzeldir benim için ama bunun yeri bir başka oldu bende. Söylediği sözleri okudukça o kadar güzel , o kadar hayatlarımızdan ki kaybolup gidiyorsunuz içinde. Sözlerini okurken sizi çok düşündürecek doğruları yüzümüze vuran bir kitap. Bu kitabı ne kadar çok sevdiğimi bir çok cümleyle dile getirebilirim. Size birkaç alıntı bırakacağım ve ne demek istediğimi anlayacaksınız. Bence bir koşu gidip alın ve okumaya başlayın. Pişman olmayacaksınız.
Kitabı yıllar önce okumuş daha sonrada filmini seyretmiştim ama tekrardan okunası bir kitap olduğunu düşünüp tekrardan küçük Barışın mektuplarına daldım. Kitabımız annesinin suçu yüzünden hapiste büyüyen çocuğun en sevdiği arkadaşının hapisten ayrılmasıyla başlıyor. Kitap küçük barışın o arkadaşa yazdığı mektuplardan oluşuyor fakat o mektupları okurken yeri geliyor gülüyor yeri geliyor ağlıyorsunuz. Duyguları yoğun bir şekilde yaşatmayı başarıyor yazarımız. Küçük Barış'ın büyükleri anlamaya çalışmasını yeri gelip onları sorgulamasıyla karşılaşacağız. Belki bir çoğunuz filmi seyretmiştir fakat kitabı filmden daha iyi olduğu kesin. Tabi ben böyle diyorum da kitabımız aslında 1986 yılında basılıyor ve 1989 yılında filme çevrilmeseydi muhtemelen Küçük Barış'ın merhametli duygularına tanık olmayacaktık. Ayrıca filmde en sevdiği arkadaşı hapisteyken kitapta dışarda. Filimde daha çok içerde beraberken ki anılarına yer verilmiştir. Bence kitap minicik yürekliği bir çocuğun özgürlüğe hasret duygularını daha güzel aktarıyor bize. Tavsiyemdir efenim.
Jose Saramagoyu bilen bilir, bilmeyen varsa bile elbet bir gün tanışacaksınızdır. Yazarlık kelimesini tam anlamıyla haketmiş birisidir benim için. Bilinmeyen Adanın Öyküsü ne gelecek olursak ince bir kitap olmasına rağmen binlerce sayfalık kitaplara taş çıkartacak nitelikte. Öykümüze gelince elimizde bir kral, temizlikçi, birde bilinmeyen adayı bulmak isteyen bir adam var. İsim ,şehir ,karakter detayları yok öyküde. Adamımız kral dan bir gemi ister bilinmeyen adayı bulmak istediğini söyler Kral ise bilinmeyen adanın kalmadığını söyler fakat Adamımız olduğunu düşünür. Kralımız adama verir gemiyi yalnız bizim adam ne denizcidir ne de bir tayfası vardır. Temizlikçi aslında krala hizmet etmekteydi fakat adamın bu isteği üzerine o da bilinmeyen adayı bulmak ister ve adama katılır. Ama bir türlü kendilerine katılacak başka tayfa bulamamışlardır. Adam gece rüyasında bir sürü tayfa ile yolda bulur kendini fakat denizde bir çok zorlukla karşılaşınca tayfalar adamı terk eder ve sadece bir kişi adamla kalır temizlikçi kadın. Adam sabah uyanır ve temizlikçi kadınla beraber denize bilinmeyen adayı bulmaya açılırlar. Hikayemiz burada bitiyor. Jose de gerisiyle pek ilgilenmemiş hikayenin. Adama ve temizlikçi kadın adayı buldular mı ne yaptılar bilmiyoruz ama boş verin bilmeyelim zaten bize yeterince ders verdiler. " Kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin…"
Oliver Sacks'ın ölmeden hemen önce kaleme aldığı 4 metinden oluşuyor. Sacks ölüme bizler gibi bakmıyor onun ölüme yaklaşımını okuyoruz .Ağır hastalığını , öleceği günle ilgili değil o zamana kadar neler yapabilirimle ilgileniyor ve bize bunları aktarıyor.80 yaşında ki bir insandan , bilim insanından bu kadar güzel cümleler duymak ölüme karşı insanı kendine getiriyor. Ben çok sevdim bilmiyorum beni kendine bağladı diğer kitaplarını okumadığım için yazar hakkında çok yorum yapamıyorum ama ölmeden önce çok güzel bir kitap hazırlamış bize bu bile yetiyor onun dünyasına girmemize. Diğer kitaplarını da okuyunca yazar kişiliği hakkında detaylı yorum yapabilirim. Ama en azından bu kitabını herkese tavsiye ederim hayat dolu çünkü.
William Maxwell le ilk defa tanışıyorum diyecektim fakat zaten Türkçe olan ilk kitabını elimde tutuyormuşum. ABD edebiyatının en önemli yazarlarındanmış. Aslın da kitap bitince yayınevlerine çok kızdım neden bu kadar güzel bir yazarı bizle daha önce tanıştırmadılar diye. Tabi Jaguar yayınlarına da çok teşekkür ediyorum bizi böylesi önemli bir yazarla buluşturdu diye.
Ayrıca ,1982 yılında ‘Hadi, Yarın Görüşürüz’ ile ülkenin en prestijli ödüllerinden National Book Award’ı da kazanmış bir yazar kendileri. Kitabımıza dönersek yıllar önce işlenen bir cinayet var ve bunu hatırlamaya çalışan bir komşu çocuğu ama yarım yüzyıl sonra. Aslında kitabın içinde dikkatimi çeken bir diğer konu da anlatıcının annesini salgın bir hastalıktan kaybetmesi ve babasının hayatında sürüklenen bir çocuk olması. Kitabı okurken yazara hayran kaldım çünkü kurgu kelimesini hakkını vermiş. Ben yazarın yalınlığını ve kurmacasını çok sevdim ayrıca yazarı tanımak için muhteşem bir kitap olduğunu düşünüyorum. Birazda olsa otobiyografik özelliği var.
Yazarın Simyacıdan sonra okuduğum ikinci kitabı. Simyacıyla olan sevgim den dolayı yazar gözümde çok iyiydi ve bu kitabıyla da kendisine bağlamayı başardı Paulo akıcılık olayında çok iyi , bu kitabında da konuşturmuş kalemini. Sıkılmadan günlerce okuyabileceğim aslında hiç bitmesini istemediğim bir kitap oldu. Umutsuzluğa kapıldığınızda açıp okunacak türler arasında yerini aldı desem yeri. Yaşam dan nasıl zevk almamız gerektiğini, küçük şeylerden mutlu olmamız gerektiğini çok güzel anlatıyor. Tek düze devam eden hayatlarımıza bir kere daha bakmamızı sağlıyor. Kitabın filmi de varmış izlemedim ama bence en iyi duygular , hisler kitaplarda anlatılıyor filmler hep bir eksik kalıyor kitaplar yanında. Kitabın büyüsünün bozulmasını istemediğim için izleyeceğimi sanmıyorum.
Cinder , Bir Ay Günlüğü Kitabı Serisinin ilk kitabıdır. Karşımızda bizim çok iyi bildiğimiz Külkedisi var aslında, tabi gelecekteki versiyonuyla karşımızda. Şuan için bize baya uzak olan dönemlerden bahsediyorum insanların androidlerle beraber gezdiği, uçan hava araçlarının olduğu, robotların bulunduğu bir gelecek. Cinder herkesin tanıdığı, işinde
Halil Cibran'ın kitaplarını severek okuyorum ama Meczup kitabı biraz beklentilerimin altında kaldı ama yine de kitabı bitirdiğimde üstünde saatlerce düşünmeme sebep oldu. He zaman ki gibi kısa ve öz yazmıştı. İçerisinde güzel hikayeler var ve çoğu okuduğunuz cümleleri düşünmeden edemiyorsunuz. Düşünürken de hayatlarımıza yeni şeyler katıyor. Cibran'ı bu yüzden çok seviyorum okurken güzel dersler çıkarmamızı sağlıyor ve hayatımıza yol veriyor.
Koku gibi kült bir romanı olunca insanın Kontrbas gibi bir oyun bence biraz düşük kalmış. Fakat yine de sanatını konuşturmuş Patrick. Kısa ama ağır ilerleyen bir oyun kitabı. Kitabı okuduktan sonra tiyatrosunu da izlemek lazımmış dediler bir ara izleyecem belki o zaman daha iyi şeyler düşünürüm kitap hakkında. Bir kontrbas sanatçısının içsel kızgınlarını, işinin zorluklarını ,isyanlarını, aşkını , hayallerini, sevdiği sevmediği bir çok şeyle karşımıza çıkıyor.
