"... Amok şöyle bir şey: Bir Malezyalı, son derece sade, son derece iyiliksever bir insan, içkisini içiyor... Orada öylece oturuyor, duygusuz, umursamaz, donuk... Tıpkı benim odamda oturduğum gibi... Ve birden ayağa fırlıyor, hançerini kapıyor ve sokağa koşuyor... Dosdoğru koşuyor, hep dosdoğu... Nereye olduğunu bilmeden. Yolda karşısına ne çıkarsa çıksın, insan, hayvan, hançeriyle vurup yere seriyor ve kan sarhoşluğu onu daha da öfkelendiriyor..."
-En yakın şehrin iki günlük yolda olduğu, birkaç melez ve memurun bulunduğu kırsalda, emekliliği geldiğinde Avrupa'ya dönme hayali kuran bir doktor düşünün. Günün birinde, doktorun tekdüze yaşamına, bu yabani ormana bir Lady, bir beyaz kadın geliyor ve kadının gelişiyle doktorun hayatı, emekli bir memur olmanın hayalini kurduğu rayından çıkıyor. Kadının isteğini reddetmenin verdiği pişmanlıkla bir insanın sonsuzca koşması, koşması, koşması... Koşunun sonunda ise kurşundan yapılan bir tabuta, denizin maviliğinde sonsuzca sarılması... Zweıg, bu öyküde insanın bazı duygularının sonuçlarına, bir ifrit, bir humma iliştiriyor ve kitabı kapattığınız zaman hedefini bilmediğiniz bir yolda yıllarca koşmak istiyorsunuz... *
"İnsan her şeyini kaybettiğinde, elinde kalan son şey için umutsuzca savaşır. "