Tatlı bir gülümseme,
Aynanın karşısına geçip kendine selam
Gördüğün ilk kişiye selam
Komşuna selam
Dağa, taşa, uçan kuşa selam
Birde 1 K'ya selam ile başlar
Okudukça huzur bulun
😄 Eksik olmasın yüzünüzde
İbn Teymiyye şöyle devam eder: "Birçok hayalperest ve câhilin, Kalbim Rabbimden bana bunu ilhâm ediyor" dediği şeye gelince; kalbinin ona bir şeyler söylemiş olması doğrudur, fakat kimden? Şeytanından mı yoksa Rabbinden mi? Kalbim bana Rabbimden böyle ilhâm etti? derse, kendisine ilhâm edip etmediğini bilmediği birine söz isnâd etmiş olur ki bu da yalandır. Bu ümmetin muhaddesi asla böyle söylemez, hiçbir zaman böyle bir şeyi ağzna almaz. Süphesiz Allah.Ömeri, bunu söylemekten korumuştur. Bilakis, bir gün kâtibi "Bu, mü'minlerin emiri Ömer b. Hattâb'a Allah'ın gösterdiği (öğrettiği) şeydir" diye yazar. Ömer de "Hayır, onu sil; bu Ömer b. Hattâb'ın gördüğü şeydir. Eger o doğruysa Allah'tandır, yanhş ise Ömer'dendir. Allah ve Allah'ın Resûlü ondan beridir, uzaktır diye yaz" der. Ömer 'kelâl' konusunda (miras hukukuyla ilgili bir kavramdır), "Bu konuda kendi görüşümü söylüyorum; eğer doğruysa Allah'tan, sayet yanlış olursa benden ve şeytandandır." demiştir. Resâlullah (s.a.v.)'ın şehâdeti ile muhaddes olanın sözü böyledir. Oysa sen ittihâdinin, hulâlinin, şatahatlar söyleyen ibâhinin semâ yapanların açıkça, Rabbim kalbime böyle ilhâm etti dediğini görürsün.
Şimdi, bu iki sözü söyleyenlerin hâllerine, sözlerine bak, her birinin hakkını ver ve hileli olanla hâlis olanı bir tutma!
İbn Teymiyye "Sıddık, muhaddesten daha kâmildir. Çünkü sıddıklığın kemâli; mana bağlılığı ile ilhâm, içe doğma, kesf gibi şeylerden müstağnidir. Çünkü sıddık bütün kalbini, sırrını, içini ve dışını Resâlüne teslim etmiştir. Bununla o diğer seylerden müstağnidir" der. Ona göre muhaddes, kendisine ilhâm edileni Resâlullah'ın getirdiğine arz eder. Eğer Rasûlullah'ın getirdiğine uyarsa kabul eder. Uymuyorsa reddeder. Böylece anlaşılıyor ki sıddıklık derecesi tahdis derecesinin üstündedir.
Mısır çok uzun süre ayakta kalmış muhteşem bir menediyet olup, bir o kadar da yıldırım çeken ağaç gibi başından bela eksik olmayan bir medeniyettir. Bu imparatorluk güvenli olmayan bir medeniyetti. Mısır medeniyeti gerek saray entrikaları, gerek savaşlar, gerekse istilacılara karşı verilen mücadelelerde yıkılmanın eşiğine geldi. Günümüzden geriye
Seyhü'l-islâm Takıyyüddin ibn Teymiyye'nin şöyle dediğini işittim: "Bizden önceki ümmetlerde kendisine ilhâm verilenlerin varlığı kesindir. Böyle kimselerin bu ümmette bulunması, bu ümmetlerin en faziletlisi olmakla beraber, şart edatına bağlanmıştır. Çünkü bizden önceki ümmetlerin onlara ihtiyacı vardır. Bu ümmet ise nebilerinin ve risâletinin kemâlinden dolayı onlardan müstağnîdir. Allah Teâlâ bu ümmeti Nebi (s.a.v.)`den sonra keşf, ilhâm, muhaddes ve rüya sahibi kimselere muhtaç kalmadı. Şart edatıyla yapılan bu bağlantı üimmetin kemâli ve müstağnî oluşundandır, noksan oluşundan değil."
... ıstırap öteden beri en büyük bahanemiz, her eylemden temize çıkmak için kullandığımız mazeret olmuştur. İnsanoğlunun demek istiyorum, insan türünün, bireylerin ve ulusların en büyük mazereti.
Huzursuz Bülten Alıntısı:
anlamın dört atlısı(bu cümle benim)
1- Anlamlı ilişkiler: Duygu ve düşüncelerimizi içtenlikle ifade edebildiğimiz, kabul ve değer gördüğümüz ilişkiler, bizi güvende hissettirdiği gibi içimizdeki keşif ve merak duygusunu da alevlendirir.
2- Anlamlı amaç: Anlamlı amacın “hayattan ne aldığımızla” ilgili olduğunu zannederiz. Oysa anlamlı amaç, kendi bilgimizi ve yeteneklerimizi kullanarak başkalarına ne verdiğimizle ilgilidir.
3- Anlamlı aşkınlık: Üçüncü sütun, kendimizden daha yüce bir şeyle birleşmek olan “anlamlı aşkınlıktır"
4- Anlamlı kendi hikayemiz: Son sütun, kendimize kendimiz hakkında anlattığımız hikayede anlam bulmaktır.
Bugüne dek hayatımıza anlam katan öğelere baktığımızda, pek çoğunun en başında anlamlı gelmediğini görürüz. Anlamı zamanla, ilgiyle, emekle kendimiz inşa eder, yaratırız.