Stefan Zweig, "Korku" adlı eserinde korku konseptini ele alarak korku hisseden birinin içsel çatışmalarını ve korkunun insan zihnindeki karmaşıklığını ustalıkla işlemiştir. Yazar, eserinde, korku duyan kişinin aslında işlediği suçtan dolayı cezalandırılmasının, korkudan çok daha iyi olduğunu vurgulamıştır. Yazara göre, ceza çok ağır da olsa belirli bir sonuçtur; oysa korku, insanı uzun süreli bir gerilime sürükleyen belirsiz bir duygudur.
Yazar, korku duygusunu irdelemek adına, mutlu bir ailesi ve çok güzel bir hayatı olan İrene hanımı kendisine kurban olarak seçmiştir. İrene mutlu bir ailesi ve iyi bir yaşantısı olmasına karşın hayatındaki monotonluktan sıkılarak, hayatına heyecan katma arayışına girişir. İyi bir avukat olan eşini aldatmak ister ve bir piyanistle gizli aşk yaşamaya başlar. Ancak işler istediği gibi yolunda gitmez ve hiç tanımadığı bir kadın tarafından yaşadığı gizli aşk ilişkisi fark edilir. Kadın, İrene’nin eşini aldattığını öğrenip şantaj yaparak onu köşeye sıkıştırır. İrene de her defasında şantajcının isteklerini yerine getirir ancak eşinin gerçekleri öğrenmesinden, hayatının altüst olmasından en çok da rezil olmaktan çok korkar. İrene, şantajcının tehditleri ve eşinin gerçekleri öğrenmesinden duyduğu korkuyla adeta bir çıkmaza sürüklenir. Bu korku İrene’nin tüm bedenine ve zihnine hakim olur adeta. İrene, korku duygusunu o kadar yoğun ve uzun süreli yaşar ki en sonunda bu korku onun için bir ızdıraba dönüşür, onu umutsuzluğa ve intihara teşebbüse kadar götürür. İrene korku duymaya başladığı bu süreç içerisinde aslında sahip olduğu şeylerin ne kadar kıymetli olduğunu anlar.