Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Emine Fener

Emine Fener
@Emine_Fener
Üç günlük Niller için 4 yıllık Minesinden vazgeçmez Pamir
Reklam

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez
İnsan bir çiçeği severse, milyonlarca ve milyonlarca yıldızda yalnız tek bir çiçek açarsa, işte o yıldızlara bakarak mutlu olur. Kendi kendine şöyle der: 'İşte orada, o yıldızlardan birinde benim çiçeğim.' Ama koyun çiçeği yedi miydi bütün yıldızlar kararıverir...
Reklam
Çiçeklerin milyonlarca yıldır dikenleri var. Milyonlarca yıldır koyunlar dikenli çiçekleri de yiyorlar. Peki bu çiçeklerin hâla dikenleri olsun diye çabalamalarının nedenini anlamaya çalışmak önemli işlerden sayılmıyor. Koyunlarla çiçekler arasındaki bu savaş kırmızı yüzlü adamın topladığı rakamlardan daha mı önemsiz? Hele benim gezegenimde, yalnız benimkinde yaşayabilen bir çiçeğimin olduğunu, bunu koyunun bir ısırışta yok edebileceğini düşün.
Çiçekler narin yaratıklardır. Çok masumdurlar. Kendilerini güvencede hissetmek isterler. Dikenlerinin korkunç silahlar olduğuna inanırlar..."
Papalagi'nin önünde bir türlü sökemediği bir lav kütlesidir sanki. Belki keyifle düşünür, ama düşünürken gülmez. Belki üzülerek düşünür, ama düşünürken ağlamaz. Açtır belki de, ama kulkas meyvesine ya da palusami'ye
Tanrı'nın pek bir şeyi kalmamış, insanlar her şeyini almışlar ve kendi "benim'leri, "senin'leri haline getirmişler.
Reklam
Herkes bilmez çok sayıda "benim"e ulaşmanın hilelerini ve gizli işaretlerini. Üstelik bir tür cesaret de gerektirir bu iş, ki bu da bizim onur dediğimiz şeyle pek bağdaşmaz. Tanrıyı gücendirmek, onun her şeyini almak istemedikleri için ellerinde az şeyi olanlar en iyi Papalagilerdir muhtemelen. Ama bunlardan pek çok bulunmuyor.
Beyaz adam budala ve kördür. Gerçek mutluluğa karşı sağırdır ve bu utancını gizlemek için kat kat örtünmesi gerekir.
Bizim içimizde küllenmiş olan duygularımızı yeniden canlandırmayı da öğrenmemiz gerek.
Ah sevgili kardeşlerim! Biz zaman için hiç dertlenmedik. Onu olduğu gibi sevdik. Siz hiç peşinden koşmadınız zamanın. Ne dertop etmeye ne sonra parçalamaya çalıştınız. Zaman bize ne az geldi ne de bıkkınlık getirdi. Hepimizin istediğimiz kadar zamanı var, biz de onunla yetiniyoruz. Zaten yettiği kadarından fazlasına hiç gerek duymayız. Hedefimize hep zamanında varacağımızı biliriz. Biz dolunayları saymasak da, Büyük Ruh'un istediği zaman bizi yanına çağıracağını biliriz. Zavallı, şaşkın Papalagi'yi bu çılgınlıktan kurtarmalıyız. Zamanını geri vermeliyiz. O küçük, yuvarlak zaman makinelerini parçalayıp, ona, güneşin doğuşundan batışına kadar bir insanın kullanabileceğinden çok daha fazla zaman olduğunu anlatmalıyız.
Ne diye tasa çekiyordum sanki; ne tıkınacağımı, ne içeceğimi, fani vücut dedikleri bu rezil solucan torbasını hangi çullara bürüyeceğimi düşünerek?
Hoş geldin, Şövalye!" der. "Ülkeme ve sarayıma! Ben seni yirmi yazdır bekliyorum; aylı gecelerde seslendim sana; sen üzgün olduğun zamanlar ben ağladım burda ve sen uykulara dalınca ben nefis rüyalar üfledim uykularına."
Reklam
İki insanın kavuşamayacaklarını bile bile birbirini sevmesi intihardır.
Fikrimce yalnız doğruluk hastalığı bir hak ve hakikat meselesi etrafında toplanmak kabiliyeti bir cemiyeti mesut etmeğe kâfi gelemez... Bunun için acımak birbirimizin feryadını iniltisini duyabilmek de lâzım...
Ben insan ruhlarındaki derinliğin ancak onunla ölçülebileceğine kaniim. Evet dibi görünmeyen kuyulara atılan taş nasıl çıkardığı sesle onların derinliğini gösterirse başkalarının elemi de bizim yüreklerimize düştüğü zaman çıkardığı sesle bize kendimizi insanlığımızın derecesini öğretir.