İnsanlar her yerde, hayret uyandıracak kadar birbirlerine benziyorlar. Bunların çoğu yaşamlarını karın tokluğuna çalışarak geçirirler.
Arada kendilerine kalan kısacık zaman onlara öyle katlanılamaz gelir ki, o zamanı nasıl değerlendireceklerini, ne yapacaklarını şaşırırlar! Vah bir çareler vah!..
Eğer insanlar zihinlerinde hep geçmiş acıları canlandırmasalar -niye böyledirler, Tanrı bilir- ve hallerinden memnun olacaklarına, geçmişin hesabına dalarak sürekli sıkıntılarını tazelemeseler, kuşkusuz şimdiki gibi acı duymazlardı.
Zaten her şey geçip gider. Geriye sadece kozmik güç ve madde kalır, onlarda ebediyen devam edecek, sonu gelmez bir akış içinde birbiriyle itişip çekişecek o ölümsüz tipleri ortaya çıkarır: rahibi askeri ve kralı.
"Geçici düzenler köpükler gibi uçar gider," diye mırıldandı. Belli ki bir şiirden bir dize okumuştu. Aynen öyle, köpükler gibi geçici. İnsanın bu dünyadaki bütün çalışması köpükten öte bir şey değil. İnsan kendine faydası olacak hayvanlara evcilleştirip düşmanca davranışları yok etti. Toprağın yabani bitki örtüsünü temizledi ama sonra insan yok oldu ve ilkel hayat geri dönüp onun elleriyle yaptığı her şeyi sildi süpürdü.
İradenin davası, bizi bir gün mahkum edecektir. Zamanımızın meselesi ne teknik ne atom, ne siyaset meselesidir, zamanımızın meselesi irade meselesidir.
Dmitriy Nehlùdov şöyle düşünüyordu: "İşte, biz hepimiz böyle sanıyoruz: Kendi yaşamımıza kendimiz sahip olduğumuz; bu yaşamın bize, salt tadını çıkaralım diye verildiği gibi budalaca bir inanç içinde yaşıyoruz. Saçma bütün bunlar. Biz bu ölümlü dünyaya gönderildiysek bu, birisinin istenciyle ve belirli bir amaçla olmuştur. Öyleyse, efendisine karşı gelen bir işçi gibi sıkıldığımızda ortadadır. Efendi'nin istenci ve buyruklarda anlatılmış bulunmaktadır. Ancak bu buyruklar yerine getirildikten sonradır ki, yeryüzü Göklerin Ülkesi'ne dönüşecek insanlar değişebilecek veren yüksek, mutluluk aşamasına ulaşacaklardır." Nitekim İncil de öyle demiyor mu: "Göklerin Ülkesi'ni ve onun gerçeğini arayın. Ondan sonra size herşey ayrıca verilecektir."
Çeşitli dinler var, çünkü insanlar kendilerine değil, başkalarına inanıyorlar da ondan. Bende insanlara inandım, çam ormanlarında dolaştım durdum. Öylesine yolumu şaşırdım ki, hiç çıkamayacağımı sanıyordum oradan. Yürlü türlü mezheplerden insanlar vardır. Hepsi de, sanki başkası yokmuş gibi, kendi dinlerini överler. Bu adamların hepsi bir kör köpek yavruları gibi, birer yana dağılmışlardır. İnançları çoktur, çeşitlidir ama, ruh bir tek tanedir. Bende de, sende de, onda da vardır o. Demek ki herkesin kendi ruhuna inandığı gün, hepimiz birleşmiş olacağız! Herkes kendi benliğini bulsun, biz hepimiz de onunla birlikte olacağız.
Onun sorduğu şey çok açıktı: İnsanların bir bölümü hangi hakka dayanarak insanların öteki bölümünü hapse atabilir, bunlara işkence edebilir, sürgüne gönderebilir, dövebilirdi? İşkence ettikleri, dövdükleri, öldürdükleri insanlardan, bunların hiçbir farkları yoktu oysa. O zaman kitaplar yanıt verecek yerde birtakım düşünceler ileri sürüyorlardı: İnsanlar iradelerine sahip midirler, değil midirler? Kafatasının biçimi bir adamın suçlu olduğunu ortaya koyar mı, koymaz mı? Kalıtsal ahlaksızlıklar diye bir şey var mıdır? Suçta soyaçekimin rolü nedir? Ahlak, delilik, soysuzlaşma, mizaç, huy diye neye derler? İklimin, beslenme biçiminin, bilgisizliğin, taklitçiliğin, ipnotizmanın, tutkuların suç üzerindeki etkileri nelerdir? Toplum nedir? Ödevleri nelerden ibarettir falan filan...