Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Ma'dûmât

Ma'dûmât
@Hakikatten
İnsan, yokuşu aşamayan varlıktır!
İbnü'l-Arabi islam nazari gelenekleri içerisindeki en yetkin insan düşünürüdür. İnsan olmanın anlamı, insanın imkânları, ahlaklı olması, yeryüzündeki serüveni vb. Bu bahisleri sistematik bir şekilde ele alan ve onun kadar eserinin merkezine yerleştiren başka biri daha yoktur.
Reklam
Sufiler sudur teorisini pek çok açıdan olumlu karşılamıştır; sudur teorisi küçük âlem-büyük âlem ilişkileri başta olmak üzere varlıktaki şeylerin birbirleriyle irtibatını açıklayabilen bir düşüncedir.
İbnü'l-Arabi yetersiz gördüğü aklı ve felsefeyi vahiy ile yeterli hale getirmek, filozofu peygambere tabi kılarak insanın hakikatle ilişkisini yeni bir şekilde inşa etmek istemiştir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Aklın bütün hakikati idrak edebileceğini söylemek mümkün değildir. Bunun sebebi sadece hayal gücüyle veya insanın öteki idrak araçlarıyla idrak edebileceği şeylerin bulunmasıdır.
Mutezile akla merkezi bir işlev yüklerken onun mukabilinde öteki dinî geleneklere daha yakın hareket eden Ehl-i sünnet aklın böyle bir işleve sahip olabileceğini reddeder. Ehl-i sünnet için akıl hasmın delilini çürütürken bilgi kaynağı olarak insana kurtuluşu temin edemez. Kurtuluş vahiy ve nübüvvete bağlıdır.
Reklam
Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmayı beceremez, dışardan hiç bir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiç bir amacı olmamak. Sen, ey saygıdeğer kişi, belki gerçekten arayan birisin, çünkü amacının peşinden koştuğundan hemen gözünün önündeki bazı şeyleri görmüyorsun
İslam tarihinde dini düşünce gelenekleri ile felsefe arasında ortaya çıkan çatışma metafiziğin iddialarından kaynaklandı. Metafizik -bir benzetmeyle anlatmak istersek- insanın akli imkanlarıyla fili (hakikati) bütün olarak görebileceği iddiasına dayanır.
El-Munkız kitabının ana meselesi hakikattir. İnsan hakikate nasıl ulaşacak? Bir dini mi takip edecek? Din içindeki ekollerden hangisini takip edecek? Felsefedenmi gidecek? İnsanlar niçin ihtilaf ediyor, kim doğruyu biliyor?
Ruhunu ıssız çöle çeviren bir adım kalmış mıydı atmadığı?
İnsanların büyük çoğunluğu kamala, düşen bir yaprak gibidir, kapılıp gider rüzgârın önüne, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar vurarak yere iner. Pek az kişide vardır, yıldızlara benzer, belli bir yörüngede ilerler durur, hiç bir rüzgâr varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar.
Reklam
Kadı Ebubekir el-Bakillânî aklın tarifi konusunda der ki: O, müstahîl (imkansız) olan şeylerin müstahîl oluşunu, câiz olan şeylerin câiz oluşunu zorunlu olarak bilmedir. Bir şeyin kadîm ve hadîs olmasının veya bir şahsın iki yerde bulunmasının müstahîl oluşunu bilmek gibi.
İnsanın ahlaki olarak gelişebilir-değişebilir bir varlık olduğu tasavvufun genel ilkesidir. Bu ilke 'verili' veya daha önceden ispatlı kabul edilmediği sürece, tasavvuf ilminden sòz edemeyiz.
Tasavvuf hiç kuşkusuz bir din ilmidir; en azından hicri ikinci asrın sonlarında yaygınlaşan hareket başta çok istekli olmadığı halde daha sonra iç ve dış nedenlerle din bilimi haline gelmek zorunda kalmıştır.
Allâh (a.c), kelâmıyla kelâmını neshetmemiş; sâdece emredilen bir şeyi başka bir emredilenle neshetmiştir. Böylece Allâh, ikisinden birini diğerinin yerine geçirmiştir. Yoksa her ikisi de onun kelâmıdır. Çünkü ilk kelâmını ikinci bir kelâmıyla nesheden, söylediği şeyden dönen bir yalancı olur. Her iki kelâm da Allâh'tan olduğuna göre, her ikisi de haktır ve doğrudur.
Sufiler tasavvufu bilimsel bir şekilde tarif etmek yerine, her sufinin anlayışını yansıtan 'açıklayıcı-betimleyici' cümleler kullanmışlardır. Üstelik bu cümlelerin de nihai maksada göre yapıldığını dikkate alırsak, genellikle tasavvuf tarifleri 'fena' halini anlatır.
32 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.