Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.36.31
M.D.
M.D.
@MadeMind
timeo hominem unius libri
"not quite my tempo"
eksisozluk.com/biri/kelimeleri...
Kamu
Lisans
Ankara
104 okur puanı
Nisan 2021 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitaplar
Prof. Hasan Aydın, Bilim ve Gelecek dergisinde keşfettiğim ve yazılarıyla bende aydınlanma yaşatan biri. Bu kitabını da çıkar çıkmaz alıp okumuştum.
Kitap en temelde kuran'ın tarihsel bir metin olması gerektiğini, onu böyle kabul edersek daha anlaşılır olabileceğini, dönemi içinde derde derman olan yönlerinin olabileceğini ama en temelde onun da bir yazılı (donuk) metin olduğunu anlatıyor. Bugün için uygulanması mümkün olmaktan çıkmış ayetlerden örneklerin yer aldığı kitabı okurken bunca zaman nerede hata yaptığınızı anlayacağınıza eminim.
Keyifli ve kolay okunan bir kitap. İyi okumalar...
Namus Belası
"Beni öldürdüler Wene Hala"
Evet, Santiago Nasar'ı öldürdüler. İlgili-ilgisiz herkesin bir şekilde haberdar olduğu, ama en yakınlarının ve kendisinin bilmediği bir cinayete kurban gitti genç adam.
Onu öldüren aslında kokuşmuş gelenekler, sürüp giden, nesilden nesile aktarılan boş inanışlar, vurumduymazlık ve çokça
19. Yüzyıl İngiliz kırsal romanı.
Çiftlik hayatı, çalışanlar arasında geçen gündelik işler ve aşk öyküsü etrafında şekillenen olaylar bütünü. Aşk var ama, öyle vıcık vıcık bir durumdan çok tipik İngiliz burnu havadalığı hakim. Karakterlerle bağ kurulabilecek bir sıcaklığı da yok ayrıca. Yazarın da öyle bir amacı olduğunu sanmıyorum.
Hepi topu, ilişkiler üzerine bir kaç aforizmik söz ve çokça laf kalabalığından ibaret bir kitap. Gereksiz uzun bir de. Daha önce başlayıp yarıda bırakmıştım. Yarım işleri sevmeyen tabiatım yüzünden tekrar başlayıp bitirebildim. İlk 50 sayfası ile son 100 sayfası arasındaki kısım okunmasa da olur diyeceğim geliyor ama siz bana uymayın:) Eh, yazıldığı dönem düşünülürse yazara da hak vermek gerek. Arz talep olayı edebiyatta da var ne de olsa.150 yaşındaki bir roman için çok da kötü değil. Bölümlerin başında ne anlatacağını söylemesi ve sürpriz yapabileceği yerde dümdüz bir akışla olayı anlatması şaşırttı. Yazarın tarzı mı yoksa dönemin bir alışkanlığı mı bilemedim.
Ana karakterin sevdiği kadınla aralarındaki yaş farkının 6'dan kitabın sonlarına doğru 8'e çıkmasını saymazsak, fazla mantıksız tarafı da yok :) çevirmenden kaynaklı olabileceğini düşündüm ama orijinal metinde de aynı hatayı görünce olur öyle deyince geçtim.
Dönem romanı olarak okunmalı, fazla bir beklentiye girilmemeli. Durgun ve heyecansız bir anlatımı var. Herkes sevmeyebilir.
Okur Takip Önerileri
Şiirleri elbette güzel, her biri ince bir duygunun ifadesi. Ancak kitabı asıl önemli kılan "Garip" akımının manifestosunu içermesi. Sadece bunun için bile okunabilir.
Bu öyle bir manifesto ki, yüzlerce yıllık köhnemiş bir şiir ve edebiyat anlayışının eleştirisi. Kitabın 1941'deki ilk baskısında da bu eleştiri ile yeni sanat anlayışını ortaya koyan orhan veli, şiirin herşeyden önce bir söz sanatı olduğunu vurgular ve onun beş duyuya değil kafaya hitap ettiğini söyler.
Eski şiirin "müreffeh sınıfların" şiiri olduğunu ve müreffeh olanların da çalışmaya ihtiyaç duymayan kimseler olduklarını belirtir. Oysa devir değişmiş, dolayısıyla sanata bakış da değişmiştir. Ona göre, "Mesele bir sınıfın ihtiyaçlarının müdafaasını yapmak olmayıp sadece zevkini aramak, bulmak, sanata onu hakim kılmaktır."
Sanata ve özelde şiire böyle yenilikçi ve devrimci bir bakış getiren bu güzel insanın şiirlerini okumak büyük bir keyif. İnsanı en iyi anlayan şairlerden biri olarak orhan veli'nin şiirlerini okurken yaşasaydı edebiyata daha ne güzellikler katardı diye düşünmeden edemiyor insan. Keyifli okumalar...
"Perişani-i Gam menşuruna tuğra mıyım bilmem."
Yarım kalmış bir roman. Belki de bir tercihtir. Konusu gereği yarım kalan bir macera.
Aslında yazarın nehir roman da denen üçlemesinin ilk kitabı bu. Osmanlının medeniyet yarışında bayrağı düşürmesinin kendince sebeplerini aradığı, batılılaşma "derdinin" nasıl anlaşılması gerektiğini karakterlerin ağzından okura iletiyor. Fonda hep bir beste çalıyormuş gibi, beyitlerle ilerler. 'Mahur' bir bestenin alegorik bir anlamı var mıdır bilmem. Rast makamında karar kılınan beste olarak geçiyor tanımında. Doğu-batı sentezine yazarca getirilmiş bir bakış da olabilir mi? Araştrmak gerek.
Ben okurken yer yer uzun tespitlerden ve sonu gelmez tartışmalardan sıkılsam da damakta bir tat bıraktığını söyleyebilirim.
Şairin dönüm noktalarından birine tanıklık eden şiirlerinin bulunduğu kitabı.
Özellikle "savaş bitti" şiiri, uzun süredir "misafir" bulunduğu İslamcı camiadan kopuşunu belgeler. Düşünce yapısındaki değişim ve dönüşümün izlerini sürmek isteyenler için okunması gereken bir şiir. Ki, şairin günümüzde en çok alıntılanan ve paylaşılan belki de en çok sevilen şiirlerinin İslamcı zamanlarında yazdıkları olduğu düşünülürse, yeni arayışlar içindeki dönemin ürünü olan bu kitaptaki şiirlerin önemi daha iyi anlaşılır diye düşünüyorum.
Yine kitaba adını veren "of not being a jew" ile benim en çok beğendiğim "John Maynard Keynes'den nefretimin yirmi sebebi" isimli şiirleri de oldukça lezzetli.
Dünyaya bakışı ne olursa olsun, (düzyazıları çöp olsa da) şiirlerini okumaktan geri duramadığım bir şair ismet özel. Bu şiirleriyle bir dönem edebiyat çevrelerini salladığını da anımsatayım. Keyifli okumalar...
Yıllar önce, lisedeyken okumuştum bu "üç fidanın" hikayesini. Kısa ve hızlı hayatlarını, koskoca bir devrim ateşi yakabilmek adına bizler için harcamalarını okumak, yer yer coşkulu bir ritimle, yer yer de acıklı bir şiirle verilen es'lerle tavında demiri dövmek gibiydi. Çeliğe su vermek için yeterli olmasa da, devrimci duygunun nasıl hissettireceğini gösteren etkili bir kitap olarak kalmış aklımda.
Şairin dediği gibi, en uzun koşuysa Türkiye'de devrim
Onlar bunun en güzel yüz metresini koştular. Bugün ölümlerinin yıldönümü. Anmak istedim.
Oldukça sarsıcı bir roman. Okumayı az önce bitirdim ve hislerimi yitirmeden bir şeyler yazmak istedim.
Koleksiyoncu gibi sorunlu tiplerin arasında yaşıyoruz. Sorunlular ama bunu bilmiyor ya da anlamıyorlar. Bu da onları daha tehlikeli kılıyor. Tehdit altındayız ve maalesef hayatımızı onlara göre şekillendiriyor, onların kurallarına boyun eğmek
Gizli bir cinayet şirketi. Ama öyle sıradan bir şirket değil. Belli kuralları var. Cinayet şirketi diye çevrilmesi çok doğru değil bu anlamda. Önceki basımlarda suikast bürosu diye çevrildiğini gördüm ki o daha çok örtüşüyor.
Suikastçilerin tamamı felsefeci, bilim insanı, üst düzey uzman... yani katillikle ilgileri yok. Çünkü insan öldürme hakkında orijinal fikirleri var. Toplumsal amacı olmayan hiçbir işi üstlenmiyor, bu anlamda "katil" olmayı önemsemiyorlar. Bu işin felsefesini bulmuş ve hayata geçirmişler. Bize de okumak kalmış. Keyifle okunacak, ufuk açıcı bir roman. İyi okumalar...
Oral Sander erken kaybettiğimiz bir değer. Bugün hala yaşıyor olsa, yeni eserleriyle yolumuza ışık tutabilirdi.
Kitap çok sade bir dille yazılmış. Diyalektik bakışın etkilerinin görüldüğü kitap hem insanlık tarihinin bir bütün olarak anlaşılmasını hem de özel amacına uygun olarak siyasi tarihin sürekliliğinin görülmesini sağlıyor. Fakültelerde ders kitabı olarak okutulması boşuna değil.
Siyasi tarihi taraf tutma sığlığına düşmeden, dünya çapında akademik bir özenle, üstelik Türkçe yazılmış bir kitaptan okumak isterseniz tam size göre. İyi okumalar...
Kazancakis'in destansı romanı.
Aşk, nefret, hırs, yaşam arzusu, müzik, dans... her bir kavramı Aleksi Zorba'nın o tatlı dili ve dolu dolu yaşadığı ömründen, imbikten süzercesine akıttığı tecrübesinden öğrenmek isteyenlere adanması gereken bir insanlık öyküsü bu roman.
Hayatta kendisi gibi olmak istediğim adamdı Zorba. Her ne kadar "patron" karakterli olsam da, olmayana ergi mi demeli bilmem, Zorba gibi dolu ve dimdik bir adam olmayı kim istemez ki? Onun geçtiği yollardan para verilse bile geçilemeyeceği gibi, yaşadığı hayatı yaşamak da yürek ister elbet. Ama sevgiyse pek çok şeyin ilacı, sevmelerin de en nadide örnekleri var bu kitapta.
Kazancakis büyük bir yazar. Yarattığı Zorba karakteri dünya edebiyatında eşi benzeri olmayan biri. Zorba ki, Yaşamıyla büyülediği kadar ölümüyle de sarsıcı biri. Ağladığımı hatırlıyorum sonlara doğru. Okumamın üzerinden yıllar geçtiği halde hatırası bende hep canlı kalacak Zorba'nın.
İlk gençlikte okusaydım keşke dedim ama her yaşta insana katacakları olann bir roman Zorba.
Askerdeyken nöbet arkadaşımdı bu kitap. Nöbetlerde okuyup bitirdim. 1960 devrimine giden yolda iki insanın aşkı özelinde bir memleket hikayesi bu roman. Diktatör Menderes'in tuğla tuğla ördüğü duvarda bir delik açmak için didinen, insanca çalışıp insanca yaşamaktan başka dertleri olmayan kitlelerin hikayesi var fonda. Küçük burjuva adamla, devrimci kadının aşkı var bir de.
Okurken su gibi akan bir kitap. Döneme ilgi duyuyorsanız da okumanın çok şey katacağını söyleyebilirim. Keyifli okumalar...
"Dostoyevski burada yaşasaydı yerüstünden notları yazardı"
Adından anlaşılacağı üzere Hakkari'de geçen bir dönemin anlatısı ama ne anlatı... yokluğu, çaresizliği, kanaat etmeyi, sorgulamamayı, kabullenmeyi sanki elle dokunabilecekmişcesine somutlaştırmayı başarmış yazar. Harika tasvirler var. Siz de yazarla beraber orada, o derme çatma kulübemsi evde, soba sıcağında yufka ekmek ve çay ikilisiyle bulabilirsiniz kendinizi. Cinsel açlığın bile ete kemiğe bürünmüş halini yazarla birlikte hissedip kar soğuğunu iliklerinizde yaşayabilirsiniz.
Her yönüyle etkileyici bir roman. İyi okumalar...
Soğuk Savaş döneminin parlak yazarı orwell'ın politik kaygılarla kaleme alınmış distopik eseri.
Evet, pek çoğumuzun okuyup beğenip laykladığı, "efsane kitap yaa, tam bu zamanları anlatıyo ağğbi" diye övgü yarışına girdiği kült bir roman bu. Satış rekorları kırmasının ardında türünün başarılı bir örneği olmasının payı büyük olsa da, Stalin dönemi sovyet sistemini, hadi adını tam söyleyelim, komünizmi eleştirdiği için "parlatılmış" bir roman aslında.
Diktatörlük sisteminin henüz "batılı" ülkelere uğramadığı zamanlarda, dünyanın ikiye ayrıldığı bir dönemde, kapalı kutu sovyetlerin "uygarlık" yarışında tukaka edilmesinde büyük payı olmuş demek abartı olmaz sanırım. O dönemler Nobel edebiyat ödüllerinin de politikleştiği (gerçi her ödül politiktir), sosyalist sistemi ucundan kıyısından eleştiren herkesin bir şekilde ödüllendirildiği zamanlar.
1984 de bu türden bir sosyalizm eleştirisi işte. Sanki baskıların, big brother'ların, özel hayata müdahalenin, sansürün, yalanın kapitalist rejimde örnekleri yokmuş, olamazmış gibi, her türlü melanet Doğu'da yaşanırken, Batı cennetmiş gibi, Stalin katilken, Churchill ve Roosevelt barış elçisiymiş gibi çek pampa! Zamanında yiyen yemiş de, şimdilerde otoriterleşmek moda.
Big brother watchs all of us, big brothers in everywhere... iyi okumalar.
Piyasa edebiyatına savaş açan Taylan Kara'nın Bilal'e anlatırcasına, tane tane, neyin yanlış ve neyin doğru olduğunu anlattığı inceleme kitabı.
Büyük yazar diye reklamı yapılanların aslında birer kukla olduklarını okuyacak, beynimizi uyuşturanın kapitalist düzenin sürdürücüleri olduklarını anlayacaksınız. Hani derler ya alanında bir boşluğu dolduruyor diye, işte öyle bir kitap serisi bu. Bilinçli bir okur olmanın yolu bu kitaptan geçiyor desem abartmış olmam sanırım. İyi okumalar...
