Fareler ve İnsanlar John Steinbeck tarafından yazılmış bir kısa roman dır.
Birbirine çok zıt iki dost olan saf Lennie ve kurnaz George'u anlatan umutlarının peşinde koşan 2 zavallı insan ve kaderlerinin acımasız yazgısı..
İnsan İlişkileri üzerine yazılmıştır. İçeriğini dostluk, yalnızlık ve sevgi konuları oluşturmaktadır.
Bir çırpıda okunup bitirilecek, etkisini uzun süre üzerinizden atamayacağınız ve tertemiz bir hayale ulaşma yolundaki saflığın ve sadakatin, başa bela bir kadının bu hayalleri nasıl yok ettiğini okuyacağınız hatta kitabın sonuna gelince biraz hayal kırıklığı biraz üzüntü ve bu kitap böyle bitmemeliydi diye içleneceğiniz eşsiz bir eser...
Muhteşem bir kurgu beklenmedik bir son...
İyi okumalar...
Eleştiride bulunduğum için Kitaptan spoiler' da içerir!!
Cengiz Aytmatov'a ait bu kitap; eşini savaşa gönderen Cemile'nin, eşinin dönmesini beklerken, savaştan dönüp köye yeni gelmiş gazi Danyar ile olan aşkını anlatıyor.
Fransız Şair Louis Aragon'a göre bu kitabı dünyanın en güzel aşk kitabı olarak ifade ediyor kendisi. Kitap sayfalarının çok az olmasına rağmen okurken keyif alamadım,özenilecek bir aşk hikayesi olduğunu düşünmüyorum, belki olayları Cemile yada Danyar dilinden okuyabilseydik okuyucuya yansıtacağı duygu az da olsa farklı olabilirdi... Kısa akıcı ve bir oturuşta bitebilir ama ben sıkılarak okudum ve keyif almadığım için mslesef tek seferde keyifle bitiremedim...
Savaş, ekonomi, yokluk ve erkek bireylerin savaşa gitmesinden dolayı kadınların çalışmaya mecbur kalmasıda kitabın konularından biri...
Kitabın dili aşkın sadakatine ters olarak yazılmış bence, olayı anlatan kişinin cemilenin kocası seyit'in kardeşi olmasından kaynaklı. Zaten kitabın başından sonuna cemileye kendisi de bağlı ve Kitabın sonunda, şöyle bir ayrıntı var; çocuk büyüdüğünde yengesinin ilk aşkı olduğunu fark ediyor. Fakat cemile o sırada kocası savaştan döndüğü için aşık olduğu Danyar ile kaçmış oluyor...
Masum bir dille anlatılan fakat gerçek aşktan iz bulamadığım bir aşk hikayesiymiş diyebilirim.
Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı hem aptallık, hem inanç devriydi hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu.
İki şehrin hikayesi Paris ve Londra da geçen yaşanmışlıklara bizleri şahit ettirecek bir kitap.
Roman 18. Yüzyılda Fransız ihtilali dönemindeki halkın sosyal ve ekonomik durumunu ve toplumun psikolojisini oldukça iyi yansıtmış.
Soyluların Fransız halkına yaptığı zulümler yüzünden, soyluları yargılayıp idam eden bir kanun, suçlu suçsuz kim soylu halktan geliyorsa idam ettiren bir yasa... Ve tüm soyluları parçalamaya çalışan bir halk...
Bu zamana denk gelmiş Soyluların yaptıklarına göz yummadan baş kaldıran ve on beş yıl bir hücrede aklını yitirecek hale gelen bir doktor.
İlk başlarda karışık gelebiliyor, fakat ilerleyen sayfalarda bir çok duyguyu bir arada yaşayıp kitabın son sayfalarında ise gözleriniz dolarak okumayı sonlandıracağınız bir hal alıyor...
Her ne kadar kitaptan kendisine çok yer verilmese de etkilendiğim ve sevgi dilini fedakarca hissettiren Sydney Carton hakkında da birşey ler söylemek istiyorum. En fazla empati kurduğum roman karakteri oldu kendisi. Karşılıksız aşk denince aklıma hep bu karakter gelecek, tek isteği Lucie ile evlenmekdi ama lucie başkasını seçti, fakat sevgisine sadık olup ne kadar onla evlenmese de sevdiği kız üzülmesin diye onun mutluluğu için Lucie'nin evlendiği insanın yaşamını kendi yaşamından üstün tuttu ve giyotine kendi boynunu feda etti..
Bunun üzerine fazlaca bir şey söylenmez zaten,
Keyifli okumalar dilerim...
"Savaşacağım tek şey;
İçimdeki diğer bendi"
" Bilhassa da dünyadan kopuk gibi görünenler, özel malzemeleriyle kendilerine karıncalarınkine benzer acayip, sahiden eşsiz bir küçük âlem inşa ederler. "
"Savaşacağım tek şey;
İçimdeki diğer bendi"
" Bilhassa da dünyadan kopuk gibi görünenler, özel malzemeleriyle kendilerine karıncalarınkine benzer acayip, sahiden eşsiz bir küçük âlem inşa ederler. "
Çok az sayfada çok şey anlatan nadir kitaplardan biridir Satranç.
Satranç kitabı, Stefan Zweig'in çok sevdiği Avrupa'nın içler acısı durumunun ve zorunlu göçün yarattığı derin umutsuzluk sonucu yaşamına son vermesinden bir yıl önce, 1941'de yayımlanmıştır. İntihar etmeden önce yazdığı son romandır.
Stefan Zweig İkinci Dünya Savaşı yüzünden ülkesini terk etmiş ve gerçek hayatında Nazi şiddetine karşı Mat olduğunu dünyaya ilettikten sonra eşiyle birlikte hayatına son vermiştir.
Kitapta Bir eğlence olarak başlayan satranç oyunu, sonrasında nazilerin yarattığı korku ve dehşet ikliminden payına düşeni almıştır.
Kitabın ana kahramanları olan Mirko Czentovic tüm soğukkanlılığıyla Nazileri temsil ederken, Dr. B tüm zorluklara rağmen insan kalabilmeyi temsil etmiştir.
İnce ama kalorisi yüksek bir kitap tavsiye ederim.
SatrançStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2020236,5bin okunma
"Aramızdaki temel fark ne, biliyor musun? Sen insanlara baktığın zaman üniformalar, bayraklar ve din görüyorsun!"
"Peki sen ne görüyorsun bakalım?"
"İnsan, sadece insan. Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir insan."
Uzun zaman sonra bir yazardan baş kahramanı kadın olan harika bir roman okuyorum. Kitap hakkında çok bilgim ve fikrim olmamasına rağmen yoğun tavsiyeleri üzerine başladım. İçinde her milletten acıyı bulacağınız ve bizi insan kılan bu acıları sahiplenebilmek olduğunu anlayacağınız bir kitap.
Livaneli 2. Dünya Savaşı'nda yaşananları ülkemiz perspektifinde sade ve çarpıcı bir aşk ile kaleme alıyor. Kitabı okurken zor hayatların, yaşanmışlıkların duygusunu içinizde hissediyorsunuz.
Dünyada görülmesi ender bir aşk hikayesinin tarihi bir olayın içine entegre ederek harika bir kitap ortaya çıkarılmış.
Nazi Almanya'sından kaçarak Türkiye'ye gelen Profösürün tekrardan Türkiye'ye gelmesiyle okuru tarihi yolculuğa çıkararak kendisiyle ilgilenen Maya'nın ağzından yazılan Profösürün aşk hikâyesini ve meraklı sürükleyici anlatımının yanı sıra Yahudi Soykırımı, Mavi Alayı, Strumayı anlatan muhteşem bir yapıt ve bir ömür yarım kalan aşkının hüznünü yüreğinde hisseden bir profesör.
Kitabı beğendim son dönemlerde okuduğum güzel kitaplardan biri spoiler vermeyeceğim fakat okunacak bir kitap roman olmasının dışında öğretici bilgilerde vermektedir
Livaneli'nin kalemini sevenler için tavsiye edilir, bir puan kırmamın sebebi olayların çok fazla uzatılması
Alıntı ;
"Aramızdaki temel fark ne, biliyor musun? Sen insanlara baktığın zaman üniformalar, bayraklar ve din görüyorsun!"
"Peki sen ne görüyorsun bakalım?"
"İnsan, sadece insan. Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir insan."
Victor Hugo'nun "bir idam mahkumunun son günü" kitabı, olaylara idam edilecek bir kişi tarafından bakılmasını amaçlanıyor.
Kitabı mahkumun yaşadıklarını ve psikolojik durumunu, içten içe her geçen gün nasıl ölüme hazır bir vaziyete geldiğini anlamaya çalışarak okumaya başlarsanız, daha akıcı ve gerçek bir hal aldığına şahit olacaksınız.
Kitabımızın ana konusu;
Hangi suça karşılık bir insanın yaşam hakkı elinden alınabilir, nedir ölüme bedel günah? sorusu ve kitapta muhakumun suçunun ne olduğuna yer verilmeksizin hiç bir suç bir insanın hayatını elinden alacak kadar ona ve yakınlarına bu denli acılar yaşatacak kadar idama götüremez temasıdır,
Mahkumun dört duvar arasında beklerken aklından geçenleri, düşüncelerini okuyoruz bu kitapta. Bir de kitabın sonuna doğru bir kız çocuğu gözler önüne geliyor ve okuyucunun duygusal olarak olaya bakmasını sağlıyor, çektiği acılar sebebi ile babasını tanımayıp yabancı biri olduğunu zanneden bir kız çocuğu :(
Çok akıcı ve sade bir dille başlayıp biten bir kitap. Bir oturuşta bitecek kadar hafif bir yazım şekli ve duygusu var. Ben final haftam sebebi ile uzun sürede okuduysamda sizlerin kısa sürede kitabı bitireceğinizi düşünüyorum...
Alıntı ;
Yok ettikleri insanın bir zekâsı, hayata güvenen bir aklı, ölüme hazır olmayan bir ruhu olduğunu hiç düşünmemişler midir? Hayır. Bütün bunlarla üçgen bir bıçağın yukarıdan aşağıya inmesinden başka bir şey görmüyor, bir mâhkumun bu kararın öncesinde ve sonrasında bir hayat sürdüğünü kuşkusuz düşünmüyorlar.
.
Jose Mauro de Vasconcelos'un kalbimin derinliklerine dokunmayı başarmış olan birer Şeker Portakalı hikayesi, bizlere 5 yaşındaki Zezé'nin gözlerinden hayatı gösteren bir kitap.
Hepimizde biliriz, bazı kitapları sadece okumayız.
Okurken onlar ruhumuzu , kalbimizi ele geçirirler. Bazen son sayfasını kapatır, rafına yerleştirir sonra
Öncelikle eseri okumaya başladığımda ilk yarıda epey sıkıldım ve kitabı bitirmeden bırakmak istedim. Fakat ilk yarısından sonra kitabımız oldukça akıcı olmaya başlıyor ve başta küfür hakaret ve insan dışı davranışları ile şiddetle kınadığımız ana karakterin duygularının içinde kaybolmamıza ve kolay üslup ile okuyucuyu kendine bağlamayı başaran