"biz insanogluyuz, doğumdan ölüme kadar başımızdan geçmeyen kalmaz.Yalniz şunu bil ki kardeş, insanoğlu her gün anasından terütaze doğmuş gibi bir kez daha doğar, her gün doğan günle birlikte"
Augusto,İncil'den alıntı yaparak,"Yüreğinin sesini dinleyen aptaldır," derdi sık sık. Neden böyle olsun? Yürek bir ateş yakma odasına benzediği için mi? Orası karanlık olduğu için mi, karanlık ve alev alev? Zihin ne kadar çağdaş bir terimse yürek de o kadar demode oldu. Yüreğine kulak veren _diye düşünülüyor bu halde_ hayvan dünyasına, doğal, denetim altında olmayan dünyaya daha yakındır, mantığa kulak verenler ise daha yüksek gözlemler peşindedir. Peki ya böyle olmayıp da tam tersi olsaydı? Yaşamı besinsiz, soluksuz bırakan bu mantık fazlalığı olsaydı?
Ama güçlü olabilmek için insanın kendini sevmesi gerekir; kendini sevebilmek için de insan, kendini derinlemesine tanımalı, kendi hakkında her şeyi, en gizli, kabullenmesi en zor şeyleri bilmelidir.
Tanrı'nın istediği iyilik mi yoksa iyiliği seçebilme şansına sahip olabilmek mi? Kötülüğü seçen biri gerçekte iyiliğe zorlanan birinden daha mı geçerli Tanrı'nın gözünde ?
Kader,işte böyle bir şey! Tesadüf dediğimiz hiçbir şey tesadüf değil aslında.Bilincdisimiz,bize onu arayıp bulduruyor. Ödülü de biz veriyoruz kendimize, cezayı da...
"Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek hiç bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan kişi, bütün insanları anlayabilir."