"Düşünmek istemiyordu Zeynep ne geçmişi ne geleceği ne dünü ne bugünü. Bir bilinmez bulutun onu nasıl bir coğrafyaya teslim edeceğini bilmeden merak dahi etmeden zamana ve şartlara teslim olmuştu. İnsan zamanı ve şartlara teslim olduğunda güçlü bir inanç da Allah'a sığınır ve hayırlısını diler ya Zeynep de derin bir nefes çekerek içinden "hayırlısı hayırlısı" dedi . Bu teslimiyet onun içine az da olsa serin bir su serpmisti. Bazı durumlarda tevekkül insanı sigortası gibi çalışırdı. Her yerden sıkışan insan kendi içsel dünyasında geniş inanç ovasının vahalarına vururdu kendisini. Bu vahada sınırsız Tanrı gücü vardı. insanlardan bağımsız onu insanların kötülüğünden koruyacak adil ve büyük bir güç dünyayı ve kainatı, içinde canlıcansız her şeyi yaratmış ve coğrafyalara dağıtmış sınırsız güce insan en zor zamanlarında daha çok güvenir ve sarılırdı. Lakin aynı insan her şey yolundayken o sınırsız gücün farkına bile varmazdı. Rahatlamayı kendisi gücünden ve şartlarından sağlar oradan beslenirdi. Zeynep tanrıya sığındı o an ve utandı. Mutlu zamanlarda tanrıyı hatırlamamaktan ya da az hatırlamaktan utandı. Nankörlüğünden utandı. Ama Tanrı her şekilde affedip onu bağışlamaz mıydı? İçinden "beni affet Rabbim geniş ve rahat zamanlarda sana bu kadar tevekküle yaklaşmadığımm için affet, dar zamanlarda senden medet umduğum için affet ve bana yardım et" diye dua etti"
Türkler, 10. ve 11. yüzyıllarda Arapları yendikleri halde, onların din, dilve adetlerini benimsemişlerdi. O zamanlar henüz uygar değillerdi. Fakat Yunan İmparatorluğu'nu de­ virdikleri zaman, hükümet teşkilatları çoktan beri yetkin­ leşmişti. Onun için Yunanlılara karşı, eskiden Araplara ol­ duğu gibi davranmadılar. Yunanlılara sadece esir bir ulus gözüyle baktılar. Türklerle Romalılar arasındaki büyük fark şudur ki; Roma, yendiği bütün milletlerle kaynaştı. Türkler ise onlardan daima ayrı kaldılar. Bugün İstanbul'da yaşayan Rum­ lar, efendileri için çalışan tüccar ve zanaatçılardan başka bir şey değildirler. Onlara, Türkler gibi giyinmek bile yasaktır. Hemen ekleyelim ki, bir zamanlar Haçlı Seferleri için bir­ leşen yirmi devlet, yirmi misli askerle ve iki yüzyıl süren çalışmalarla, aynı topraklar üzerinde ancak geçici bir ege­ menlik sağlayabildiler. Otuz bir yıl süren saltanatı içinde Fatih, ülkesini dur­ madan genişletti. İran'ı yıldırdı, Yunanistan'a koştu, tekrar Karadenize döndü ve tekrar Avrupa topraklarında ilerley­ erek; Trieste'ye, Venedik kapışma, Kalabra'nm ortalarına kadar daldı.
Reklam
Efendimiz (s.a.v.) yıllar sonra Medine'de bu erdemliler ittifakının önemini yeniden hatırlatacak ve tüm Müslümanlara, zalime karşı mazlumdan yana tavır almalarının ne kadar önemli olduğunu şöyle duyuracaktı: "Ben İslamiyet öncesinde Abdullah b. Cud'an 'ın evinde yapılan sözleşmeye şahit olmuştum. Benim için o, vadi dolusu kırmızı develerden daha hayırlıdır . Vallahi !Eğer İslamiyet döneminde de bir daha çağrılsaydım o evdeki ittifaka yeniden katılırdım. "
Ah okullarda "Beden eğitimi" var da neden "Ruh eğitimi" yok! Sağlam kafa sağlam vücutta duğru. Sağlam ruh nerede bulunur acaba?
Sayfa 121
Bir keresinde şeytan Hz. Ali (R.A)’ye dedi ki: “Madem bu kadar Rabb’ine tevekkülle bağlısın hadi bakalım şu köprüden atla da seni kurtarsın Allah’ın.” Hz. Ali (R.A) durdu ve şeytanı o helak edici o muhteşem sözünü yüreğinden döküverdi: “Ey iblis! Kul Rabb’ini imtihan etmez!”
O (s.a.v) çok iyi biliyordu ki sadece akla hitap etmek talebeleri soğuk felsefi tartışmalara düşüreceği gibi sadece ruhlara hitap etmek ise onları hayattan koparıp mistik bir hava içerisine dahil edebilirdi. Bunun için Efendimiz (s.a.v) her işinde en itidali muhafaza ettiği gibi bu işinde de aynı itidali hayatına hakim kılmış. Akıl ve ruh eğitimlerini olması gereken en güzel şekliyle düzenlemiştir.
Sayfa 113Kitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 401 ile 410 arasındakiler gösteriliyor.