Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

osman

Oysa Anton Pavloviç bu hediyemizi hiç unutmayacaktı. Jubileden sonra beni bir kenara çekerek azarla karışık, "Bak, bu harika bir şey, bunu bir müzeye koymak lazım," dedi. Kafam karışmış bir halde, "Söyleyin bana, Anton Pavlovic. nasıl bir şey vermeliydik size?" diye sordum. Biraz düşündükten sonra ciddi ciddi, "Bir fare kapanı," demesin mi! "Bak, fareleri ortadan kaldırmak lazım." Yine gülmeye başlamıştı. "Korovin bana güzel bir hediye gönderdi, güzel ama!" "Neydi peki?" diye ilgiyle sordum. "Balık oltası." Aldığı diğer hediyelerin hiçbiri Çehov'u sevindirmemiş, hatta bazıları bayağılığıyla onu öfkelendirmişti. "Dinle beni, bir yazara gümüş bir kalem ve antika bir mürekkep hokkası verilmez." "Peki, ne vermek uygun olur?" "Bir parça kauçuk hortum. Bak, ben bir doktorum. Ya da çorap. Karım benimle gerektiği kadar ilgilenmiyor. O bir aktrist. Bense ortada yırtık çoraplarla geziyorum. 'Canım bak bana,' diyorum ona, 'sağ ayağımın baş parmağı dışarı fırlamış. Çıkar, sol ayağına giy öyleyse,' diye cevap veriyor bana. Böyle devam edemez... Ardından yine şen bir kahkaha patlattı.
Reklam
Başlardı kıkır kıkır gülmeye
İnsan bir provaya gelip de Anton Pavloviç'i arka sıralarda bir yerde sakince otururken görse kendisinin büyük bir şair ve oyun yazarı olduğuna kesinkes inanmazdı. Sahne yönetmenlerinin koltuğuna otursun diye ona ne kadar yalvarsakta çabalarımız boşa çıkardı. Masaya oturduğunda başlardı kıkır kıkır gülmeye. Onu neyin güldürdüğünü, öyle önemli bir masada oturunca kendini bir sahne yönetmeni olarak düşünüp düşünmediğini ya da sahne yönetmenlerinin kandırıp sonra bir köşede gülmeye mi kaçtığını anlamak bizim için imkansızdı. Sorularımıza, "Her şeyi kağıda geçirdim," diye cevap verir, "Ben sahne yönetmeni değilim, bir doktorum," diye devam eder ve hemen yanımızdan sıkışıp karanlık bir köşeye sinerdi.
Bir keresinde bir arkadaşım Çehov varken soyunma odama geldi. Çok canlı ve neşeliydi; etrafındaki insanların çoğunca kadri bilinmiyordu. Çehov, ciddi bir yüz ifadesiyle orada sakince oturan ve sohbetimize katılmayan bu arkadaşımı çok dikkatli bir şekilde izliyordu. Arkadaşın gittikten sonra gece boyunca birkaç defa yanıma gelip onunla ilgili bir sürü soru yöneltti bana. arkadaşımı bu kadar merak etmesinin sebebini sorduğumdaysa, "Dinle, o intihara meyilli biri," dedi. Yorumu o esnada çok komik geldi bana, fakat yıllar sonra aynı kişinin kendini zehirleyerek öldürdüğünü öğrenince bu gözlemini hatırlamadan edemedim.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bir gün Çehov, Vişnevski'ye bir akşam parti düzenlenmesini ve kendi akrabalarıyla Olga Knipper'in akrabalarını davet etmesini istedi. Belirlenen saatte herkes toplandıysada Çehov ve Knipper ortada yoktular. Bekledik, endişelendik ve an geldi, kendimizi rahatsız hissetmeye başladık. Nihayet ikisinin bir kiliseye gittikleri, orada evlendikleri ve doğruca tren istasyonuna geçip Samara'ya hareket ettikleri haberini aldık. O akşam partisini, iki yakın insanın evliliğine dahil olmuş kişilerin hepsinin bir yerde toplanması amacıyla düzenlemişti. Nikah töreninin tantanası ve gürültüsü pek Çehov'un zevkine göre değildi. Yola çıkınca Vishnevsky'ye bir telgraf göndermişlerdi.
Çehov'un Martı oyunu;
Nina Zareçnaya, Trigorin'in hoş ama pek önem taşımayan kısa hikayelerini okuduktan sonra ona aşık olmaz aslında, kendi genç kızlık hayaline aşık olur. Vurulan martının trajedisi budur. Bu, hayatın alaycı ve kaba yüzüdür. Taşrada kız ilk hoş aşk duygularını hissettikten sonra pantolonun damalı, ayakkabıların yırtık olmasını ya da sigara kokusunu umursamaz. Hayatın çirkinliğini çok geç, hayat zaten mahvolduktan, fedakarlık yapıldıktan ve aşk sıradan bir alışkanlığa döndükten sonra fark eder. Yaşamak için yeni yanılsamaları gerek vardır ve Nina onları dinde bulur.
Reklam
Moskova'da başlayacağı yeni harika işi yüzünden içi içine sığmıyordu; yoksul ve eğitimsiz insanların üstüne çökmüş kasveti birazcık da olsa dağıtabilecek olmanın sevinciydi bu. İnsan hayatına güzellik katan her şey her zaman mutlu ederdi Çehov'u.
Hira'daki ilk vahyin ardından eve giden Muhammed:
Korkusu biraz yatışınca, Muhammed karısına mecnun olup olmadığını sordu ve Hatice onu teskin etti: "Sen nazik ve akrabalarına karşı duyarlı birisin. Halkının yitirdiği yüce ahlakı diriltmeye çalışıyorsun. Konukları ağrılar, muhtaç durumda olanlara yardım edersin, mecnun olamazsın dedi." Tanrı böyle nedensiz iş yapmazdı. Hatice, kuzeni Varaka bin Nevfel'e danışmanlarına önerdi; Varaka kutsal kitapları bilirdi ve artık Hristiyan olmuştu. Varaka hiç kuşku duymadı: Muhammed'e Musa'nın ve peygamberlerin Tanrısı'ndan vahiy gelmişti ve O, Arapların tanrısal elçisi olmuştu. Sonuçta, birkaç gün sonra, Muhammed durumun böyle olduğuna ikna olmuştu ve Kureyş'e vazetmeye başlayarak, onlara kendi dillerinde inen kitabı aktarmaya başladı.
Sayfa 219 - Mecnun: Şair
Bunları yazması doğru muydu? Sahip olduğu son insanları daha çok üzmesi, kimsenin omuzlarından alamayacağı bir yükü hassas genç kız yüreğine yüklemesi doğru muydu?
Sayfa 46 - bazen ben de sevgilime mektup yazarken böyle hissediyorumKitabı okudu
İnsanı çeken değersiz, yaldız etkisi yaratan parıltının ardındaki bütün o düellolarının ahmaklığını anlaması uzun sürmemişti.
Böyle bir kılıcı havada kolayca savurmak, bıçağa ıslık çaldırmak, bütün gücüyle parad yapmak ve kılıcı ile yabancı bir yüzü paramparça etmek ona olağanüstü bir şeymiş gibi göründü. Bütün bu olağan şeyler ona amaç edilmeye değer büyük şeylermiş gibi devasa ve muazzam geldi ve bundan söz ederken takındığı ürkek hayranlık Schramek'i daha konuşkan ve samimi yaptı.
Sayfa 9 - Anlamsız ama gösterişli uğraşlar için hayatınızı harcamayınKitabı okudu
Reklam
"Ölüm cezası, bir daha asla 'Yine mi sen?' demek zorunda kalmamaktır."
Sayfa 141Kitabı okudu
PARAPSİKOLOJİ
"Dedem hangi yılın hangi ayının hangi gününün hangi saati öleceğini biliyordu." "Vay! Ermiş bir kişi... Nasıl becermişti peki?" "Hakim söylemişti."
Sayfa 108Kitabı okudu
Psikiyatr, hastasına annesine yaptığı ziyaretin nasıl geçtiğini sorar. "Hiç iyi geçmedi. Feci bir Freudçu dil sürçmesi yaşadım." "Sahi mi?" der psikiyatr. "Ne dediniz?" "Tuzu verir misin, diyecektim, onun yerine 'Hayatımı mahvettin orospu!' dedim."
Musa, elinde tabletlere Sina Dağı'ndan iner ve toplanan kalabalığa seslenir:"Bir iyi bir kötü haberim var. İyi haber, emirleri ona kadar indirtmeyi başardım. Kötü haber, zinayı listeden çıkartmaya ikna edemedim."
Çırılçıplak bir hâlde yataklarımızın ucunda dikildiler - bu, son on günlerini yalnızca korku ve tükenmişlikle geçen iki asker için büyüleyici bir manzaraydı. "Ruslar çok geçmeden burada olacaklar. Eğer sığınmacıların bize anlattıkları hikayeler doğruysa, pek çok kez tecavüze uğrayacağız," dedi Ute, onu yatakların arasına doğru yönlendirmek için kardeşinin elini tutarken. "Eğer hamile kalacaksak çocuklarımızın Rus olmalarını istemiyoruz."
Sayfa 271Kitabı okudu
1.021 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.