Hiçbir kaybediş, terk ediliş, öylece nedensiz bırakılış; yani çekilen en ufak ya da en büyük acı başkasından dinlenmez. Derdi çeken bilir, canı yanan, gözyaşı döken bilir... Kim için, ne için cani yandığını."
İnsan varlığının anlamsız olduğunu bilir fakat buna rağmen mücadele eder" camus özgürlüğü bu şekilde tanımlıyor. hayat eninde sonunda monotonlaşmaya mahkümdur. insan bu gerçeği anladığında bulantı başlar. insan artık bir yabancıdır. bu dünya içinde acı çeken insanlar ve tüm bunlara sessiz tanrı absürdü oluşturur. camus'nün özgür insanı bu gerçeği de kavramış olandır.
Kitab`ı Esengül`ün sayesinde keşfettiğimi belirtmek isterim ilk önce. :)
Kitap, kız kardeşi hasta olduğu için dünyaya getirilmek zorunda kalınan diğer kız kardeş- Anna`nın hep ikinci olma, sırtına yüklenen " hayat kurtarma " zorunluluğundan bahsediyor.
Kate, daha 3 yaşındayken ona lösemi teşhisi koyuluyor. Tek çare ilik nakli ve buna
OĞLUM 12 YIL UYUDUKTAN SONRA UYANDI...
Bir gün çok sinirlendi. Yine kendini balkondan atmak istedi. Zor ikna edebildik. Akşam oldu, onu uyuyor zannettim. Babasıyla ne yapacağımızı konuşurken bir ara "oğlumuzu olmazsa bağlayalım" diye ağlayarak anlatıyordum ki birden yatağından doğrulup sadece bana bakarak, "yazıklar olsun size,
İhsan Oktay Onar'ın bu muhteşem kitabında tek eksik olan bir sözlük. Bu kitap kelime dağarcığınızı geliştiriyor...
İhsan bey'in bu kadar kelimeyi nasıl öğrendiğini merak ediyorum doğrusu. Bir elimde kitap, Bir elimde tablet. Tableti sözlük olarak kullanıyorum. Şu an itibari ile 10 sayfalık bir sözlüğüm oldu. Bu sebeple bu kitabı bitirmek öyle
Batsın Bu Dünya - Öykü - Muhammed Işık
* Bu öykü Orhan Gencebay'ın " Batsın Bu Dünya " eserinden faydalanarak yazılmıştır.
Doğudaki şark görevini bitiren Ahmet öğretmen batıda görev yapmanın heyecanını yaşıyordu. Doğunun zor şartlarında iki çocuğuyla hayata tutunmaya çalışmış, köy okulunda öğrencileri ile çok güzel vakitler
Aslında herkesin dikkatini çeken bir konu olup olmadığından pek emin değilim.Çoğu yazarın neden hep aynı isim üzerinde durduğu konusu hep dikkatimi çekmiştir.Acının,hüznün evrensel olması ya da tarihsel temayla önceki dönemlerde yaşamış kişilerle bağdaştırılması mıdır?Din konusunda Hristiyanlıkta ki Meryem Anayla başlayan sürecin yazarları etkileyip etkilemediğini de düşünmüşümdür.Çoğu kitabı elime aldığımda lütfen bu sefer savrulan,acı çeken,üzülen karakter Meryem/Maryam olmasın diye çok düşünmüşümdür.Zülfü Livaneli'nin Mutluluk romanındaki Meryem'i,Khaled Hosseini'nin Bin Muhteşem Güneş'indeki Maryam'ı vs..Ya da benim yakın zamanda okuduğum kitaplardaki benzerlikte olabilir.Sanırım başka bir isim aynı etkiyi yaratmayacağı da olabilir.Acıya en çok yakıştırılan ismin Meryem/Maryam olması yazarların okur üzerinde daha çok etki yaratması da olabilir.Kim bilir?
Garip, ikili bir anlamı vardır gücün uygar kişi için: Güç, onun en çok elde etmeye çalıştığı şeydir; çünkü ancak onu harcayarak (bazen, çar-çur ederek) o ender bilinç anlarına ulaşabileceğini bilir. Gücü, sanki, hemen elinden çıkarmak, ondan kurtulmak için elde etmek ister -sanki, yorulmak için güçlü olmayı ister...
Ölümü de bu çerçevede düşünmeye çalışır: En zor işini başardıktan sonra üzerine çökecek en büyük yorgunluk; en büyük dinlenme... Uygar kişi için huzur anıdır ölüm.
Bu yüzden, XX. Yüzyıl insanlik ideali, uygar kişi için idealinin tam tersidir: En az yorulan, en az acı çeken insan... Hep güç biriktiren, hiç harcamayan insan... Cimri insan... Kendi dışına çıkmak istemeyen insan... Sonunda da, tükenmenin ödlek ölümü: Gücün, birikerek, yoğunlaşarak, bir parlak anda, cömertçe çağlaması değil; yavaş yavaş, damla damla, sıza sıza, ürkek ürkek, eriyip, yitip gitmesi.
XX. Yüzyıl, üst anlamda, “karanlık çağ”dır.
Hikayemiz bu ileti altından yürütülecektir.
Katılımcı sırası ve yorumlar için: #11646309
NigRa
Saat gece yarısını çoktan geçmiş "yarım" diye belirtilen 12.30'u göstermekteydi. Akreple yelkovan iki ayrı uçtaydı, kavuşamayan iki aşık gibi diye düşündü. Sonra aklı yine yarım kavramına kaydı. 24'ün yarısı 12
Bir ilaç içsem bari diye düşündüm,
Biraz kolonya sürünsem,
Ferahlasam, pencereyi açsam.
Şöyle bir şey yazdım sonra:
Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre
Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.
Berbattı,
Bir şiire böyle başlanmazdı.
İç ses diye söylendim,
Ardından Yıldırım Gürses...
Aptal aptal güldüm bir de buna.
Ayşecik
" Yeter Ki Sonu İyi Bitsin " başlığıyla dilimize çevrilen eser, William Shakespeare ait beş perdelik bir tiyatro eseridir. Tercüme eden Özdemir Nutku'nun önsözde değinmiş olduğu bilgiler ışığında, oyunun yazılış ve oynanış tarihi üzerine herhangi bir kanıt bulunamamasına rağmen, yapılan araştırmalar değerlendirilerek, oyunun aşağı