Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır.
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan.
Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız!
Ah, düşlerim kaç kez, elle tutulur şeyler gibi dikilmiştir karşıma; gerçekliğin yerini almak değil, kendilerinin de gerçekliğe ne kadar benzediğini bana anlatmaktır dertleri; çünkü onları da reddetmekteyimdir, çünkü onlar ansızın dışarıdaki dünyadan fırlayıvermiştir, sokağın öbür başından birden çıkıveren tren gibi ya da gece vakti kim bilir ne anlatan, ansızın patlayıvermiş bir fıskiye, bir Arap yalellisini hatırlatan, biten günün tekdüzeliğinden koparak yükselen çığırtkanın sesi gibi.
Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır.
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan.
Ah, ne olursa olsun bu canlılığın içine dalmalıydım, başkalarının bu nabız gibi atan, gülen, soluk alan tutkusuna bir şekilde ben de katılmalıydım, ne olursa olsun ben de içlerine karışmalı,damarlarından akmalıydım; kalabalığın ortasında iyice küçülmeli, adsızlaşmalıydım, dünyanın kirinin içinde bir tekhücreliden ibaret kalmalıydım, onbinlerle birlikte çamurların içinde zevkten titreyerek kıvılcımlanan bir yaratık olmalıydım -ne olursa olsun bu bereketin, bu anaforun içine atlamalı, kendimi kendi gerginliğimden bir ok gibi fırlatmalıydım bilinmeyenin içine doğru, beraberliğin göklerine doğru.
Bu eser, yalnız, yapayalnız bir erkek ve gece vakti karşılaştığı bir kadının hikayesini anlatıyor. Dostoyevski’nin hemen hemen tüm eserlerinde olduğu gibi burada da iki kahramanın buhranları, hezeyanları, duyguları ve bağlı olarak deneyimleri arasındaki çırpınışları, belki bir miktar histerik oluşları ilk bakışta ve hikâyenin devamında dikkatimizi cezbediyor. Sizin de bildiğiniz üzere kitabın yazarı, insan zihninin kıvrımlarında gezinmekten, duygu- düşünce yoğunluğu arasındaki bocalamaları diyaloglar ile aktarmaktan, gelgitlerle dolu insan beyni ve insanların içinde barındırdığı çelişkili hisleri yansıtmaktan keyif alıyor. Bunların yanı sıra erdem, ahlak, aşk, fedakârlık, mahcubiyet ve daha birçok kavramı işlemekten, bu kavramları toplumsal ahlak ve insan düzleminde tartışmaktan da hoşlanıyor.
Ezcümle, Dostoyevski’nin karakterlerindeki genel gözlemlerimizi, karakterlerin zapt edilemez coşkunluğunu hissedebileceğimiz eserlerinden biri.
Beyaz GecelerFyodor Dostoyevski · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202074,7bin okunma
Sevdiğim şey! Sana bir daha hiç kavuşamayacak mıyım?
Bu sessizlik hep böyle sürüp gidecek mi?
Ah! Kavuşmanın saatleri ne kadar kısa, ayrılık günleriyse ne denli uzun!