Yüzbaşının Kızı hikayesi başta olmak üzere Aleksandr Sergeyeviç Puşkin'in hikayelerini tarihsel bir sıra ile anlatan bu eser, tarihsel dönemde Puşkin'in öykü konusunda kendisini nasıl ilerlettiğine tanık olmamızı sağlamak yanında hikayelerde konu edinilen savaş esnasındaki insan manzaraları ile savaşın acı gerçeğini gözlerimiz önüne sermekten geri durmuyor. Birçok yazara önderlik etmiş olan Puşkin'in şiirleri yanında hikayeleri ile de ne kadar usta bir yazar olduğunu bu eser ile bir kez daha kavramış oldum. İnceleme sonuna Ataol Behramoğlu'nun yapmış olduğu önsözü koymaktan şeref duyarım;
'Yüzbaşının Kızı'' yazılmasaydı, Tolstoy'un ''Savaş ve Barış''ının da yazılmamış olacağı görüşü ileri sürülmektedir. Gerçekten de, savaşın abartılmadan, bütün yalınlığı ve karmaşıklığı içinde anlatılması, roman kahramanlarının gerçek yaşamdan kopuk, savaştan başka bir şey düşünmeyen yapay kişiler olarak değil de, kendilerine özgü yaşamları ve aile yaşantılarıyla birlikte verilmiş olmaları bakımından, bu iki roman arasında bir yakınlık vardır.
Bağımsız, özgürlükçü kişiliği ve dönemin ilerici okur yığınları arasında geniş yaygınlık kazanan yapıtları nedeniyle monarşi yönetiminin sürekli baskıları altında yaşayan Aleksandr Puşkin 1837 yılında komploya çok benzeyen bir düello sonucunda yaşamını yitirdiğinde henüz 38 yaşındaydı. Fakat yapıtlarıyla çoktan ölümsüzlüğe ulaşmıştı.
Ataol Behramoğlu