Hatırlat da haziran sonlarında çocukluğumu yakalım
Sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
Şehre inerim bir sinema yağmura çalar
Otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
Dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.
-Senegalliler dahil değil
Sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihaplanır
Çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
O vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
Hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin.
-Yoksa seni rahatsız mı ettim?
Sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
Ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
Elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
Elbette gayet rasyoneldir attan atlamak.
-Freud diye bir şey yoktur.
-Haydi iç de çay koyayım.
Ah şiiri bir de yazılan şeylerden ibaret saymasak. Günlük hayatta bile «şiir gibi» deriz. Asırlardır insan içine vuran şiirlerin ötesindedir «şiir gibi» derken işaret edilen bile. Şiir, o ana şiir damarı, tıpkı insan gibi, yaratana doğdu gayret etmektedir. Bütün kainat ve içerisinde ecdadımız ve geleceğimizle biz, evinden kaçmış gibi, yeniden yuvaya, O'na, eşyanın ve mananın tek mirasçısına varmaya çabalıyoruz. Yıldızlar bu nedenle, içine yüzlerce dünya sığacak kadar büyük, saatler bunun için çalışıyor, ay bu yolculuk içinde ikiye yarıldı.
Kusurlarınızı gerçeğiyle görebilmek için ne yapabilirsiniz? Kendinizi hiç bir an unutmamak mı? Aklınız kendi aklınıza nasıl bakacak? Kendinizden dışarı adım atıp yörenize bakmanız mümkün olsa bir köşede kendinizi de görebilecek misiniz?
Bunların bir yolu vardır. Hep birlikte olduğunuz kendinize sözcülük yaparken, gerçeği yansıtmıyorsanız /
Şimdi geç kaldığımın telaşıyla ruhen çırpınıyorum. Her secdenin ele geçmez bir fırsat olduğunu anlıyor ve “secdede olmadan secdede olmak” larımı ah-vahile anıyorum. Utanç içerisindeyim.